Tel:05352251683
   
  SALARKOLU KÖYÜ
  Yazı Arşivi
 

Kurbanın dini dayanağı nedir?







Kurban ne demektir?


Kurban, kelime anlamı ile yakınlaşma demektir. Buradan hareketle, kurban kesmek; Allah'a yakınlaşma gayesiyle, O'nun verdiği mallardan, kurban edilmesi mümkün olan birini, yine O'nun rızası için boğazlamak demektir.

Kurbanın dini dayanağı nedir?


Kurban kesmek, ilk insanla beraber başlamıştır. Hz.Adem'in çocukları Allah için kurban kesmişlerdi, ama birisinin niyeti halis olmadığı için onun kurbanı kabul edilmemişti. Kardeşinin kurbanı ise kabul edilmişti. Diğeri de onu kıskanmış ve öldürmüştü. Bu olayı bize Kur'ân-ı Kerim nakleder. (Mâide 5/27). Buradan hareketle kurbanda asıl olanın Allah rızası için kesme olduğunu da anlıyoruz.
Bunun dışında Kur'ân-ı Kerim'de pek çok yerde çeşitli vesilelerle önceki peygamberlere emredilen kurbanlardan, hacda kesilecek kurbanlardan söz edilir. Bütün dinlerde kurban vardır. Nihayet Kevser Suresi'nde ise Hz. Muhammed'e hitap edilerek onun ve ümmetinin kurban kesmesi emredilir. Hz. Peygamber de Medine'de sürekli kurban kesmiş ve hacda ise, muhtemelen altmış üç yıllık ömrünü esas alarak, 63 tane kurban kesmiştir. İbn Mâce'nin naklettiği hasen derecesinde bir hadisi şeriflerinde ise: "Kim imkan bulur da kurban kesmezse bizim namazgahımıza yaklaşmasın" buyurmuştur.

Kurban kesmenin dini hükmü nedir?

Kevser Suresi'ndeki emrin bir başka manaya da gelme ihtimalinden ötürü, alimlerin çoğu kurbanın kesin bir farz olmadığı kanaatine varmışlardır. Hanefiler ise bu emrin, kesin yapılması gereken bir talepte bulunduğu, ancak bu farklı yorum ihtimaline bakarak buna inanmayanın dinden çıkmayacağı kanaatine varmışlardır. Böyle yapılması kesin olarak istenen, ama mahiyeti konusunda başka yorumlar da yapılabilecek şeyler için Hanefîler "farz" değil de "vacip" kavramını kullanırlar. Bu sebeple kurban Hanefilere göre vaciptir. Yani imkanı olanlar onu kesmelidirler ama bunu başka yorumlara bakarak yumuşatmakta serbesttirler.
Şafiilere göre ise kurban sünnettir, ama sıradan bir sünnet değildir. Yapılması gereken bir sünnettir, yani "sünneti lazıme" dir. Bütün bu ve benzeri delillere bakıldığında kurbanın 'sünnettir, olmasa da olur' denecek bir sünnet olmadığını, hali vakti yerinde olanlar için gerçekten de Hanefilerin dediği gibi vacip olduğunu anlarız. Müslim şöyle nakletmiştir. "Allah Rasulü Medine'de kurban bayram namazını kıldırmıştı. Bazı insanlar acele davranıp kurbanlarını kestiler. Hz. Peygamber'in kestiğini zannetmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) kendinden önce kesenlerin tekrar kurbanlarını kesmelerini emretti. Eğer kurban sadece isteyenlerin kesecekleri bir ibadet olsaydı, onların iade etmelerin emretmezdi."

Kurban ne için kesilir?

Hac Suresi'nde Allah (cc): "Kurbanlarınızın etleri ya da kanları Allah'a ulaşmaz; ama sizin takvanız Allah'a ulaşır." (22/37) Dendiğine bakıldığında, kurban kesmenin asıl amacının Allah'ın emrini yerine getirmek, böylece takvalı olduğunu göstermek olduğu anlaşılır. Bunun anlamı, Allah isterse en değerli malımızı dahi O'nun yoluna feda edebiliriz, demektir. Tıpkı Hz. İbrahim'in İsmail'i kurban etmeye karar vermesi gibi, gerekirse bizim de canımızı dahi kurban edebileceğimizi göstermektir. Bir bakıma da kurban malperestlik duygusunu kırmak, Allah'ın rızası karşısında her şeyimizden geçebileceğimizi göstermek anlamına gelir.

Kimler kurban kesmelidir?

Kısaca hali vakti yerinde olanlar, yani zenginler kurban keserler. Bunun ölçüsü ise temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, kendisini zengin kılacak kadar malı mülkü bulunmaktır. Böyle olan malın mülkün üzerinden, zekatta olduğu gibi bir yıl geçmesi de gerekmez.
Ailede yeterli birikimi olan karı-kocadan ve çocuklardan her birinin kurban kesmesi gerekir mi? Hanefiler, şahsi malı bulunan herkesi başlı başına bir mükellef sayarlar ve böyle olan birisi, ister kadın olsun ister erkek olsun kurban kesmelidir derler. Diğer mezhepler ise, her bir ferdin ne kadar parası bulunursa bulunsun, bir eve bir kurban yeter diye düşünürler.

Kadın kurban kestirebilir mi?

Bir önceki soruya verdiğimiz cevaptan da anlaşılacağı üzere, Hanefilere göre kadının da kendi malı mülkü, altını ya da parası varsa onun da kurban kesmesi gerekir. Hatta kadın evi bakmakla yükümlü olmadığı için, onun temel ihtiyaçlarını karşılayacak parasının bulunması aranmaz. Çünkü onları zaten erkek karşılayacaktır. Öyleyse zengin olan kadın kurban keser, ya da vekalet vererek kestirir.

Yolcunun kurban kesmesi gerekir mi?

Şeri ölçülerle yolcu sayılan bir insana kurban kesmek vacip değildir. Ancak bizzat kendisi keserse, ya da vekil tayin ettiği kişiye kestirirse güzel bir iş yapmış olur.
Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olur mu? Hayır asla! Çünkü ibadetlerin cinsini ve keyfiyetini biz tayin edemeyiz. İbadetler tamamen Mabudun bildirdiği gibi olmalıdır. Başka türlü verme ibadetleri zaten vardır. Kişi onlardan yapması gerekenleri de yapacak, gerekiyorsa kurbanını da kesecektir.

Kurban ne zaman kesilir?

Vacip olan kurban, kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü yani, Zilhicce ayının onuncu, on birinci ve on ikinci günlerinde kesilir. Güzel olan, kurbanların gündüzleri kesilmesidir. Kurban Bayramı'nın birinci günü kesmek ise daha faziletlidir. Diğer kurbanlarda ise herhangi bir vakit söz konusu değildir.

Bir kurbana kaç kişi ortak olur?

Büyük baş hayvanlara birden yedi kişiye kadar ortak olabilir. Hayvan kurban olacak yaşta ve özelliklerde bulunduktan sonra, etinin az ya da çok olması, ortak sayısını belirlemez. Küçük ve eti az olsa dahi büyük baş hayvanlara yedi ortak olabilir. "Bu kurban ancak beş kişilik, ya da üç kişilik olur" gibi ifadeler, kişi başına gelecek etin belli bir miktarda olmasını anlatmak için söylenir. Yoksa büyük baş bir hayvan kurban olma özelliklerini taşıdıktan sonra ona yedi kişi ortak olabilir. h2 align="center"> Hangi hayvanlar kurban olarak kesilir? Bu hayvanlar hangi nitelikleri taşımalıdır?
Kurban ancak keçi koyun, sığır deve ve mandadan olur. Bunun dışındaki hayvanlardan kurban olmaz. Çünkü kurban bir ibadettir ve ibadetleri Hz. Peygamber nasıl öğretmişse ancak öyle yapılırlar. Tavuktan, deve kuşundan vb. hayvanlardan kurban kesmeye kalkan, veya bunların kurban olabileceğini söyleyen ya da bu hayvanlardan bir kurban adayan insan bir bidat işlemiş olduğu için günahkar olur. Hatta böyle bir iddiaya küfür diyen alimler dahi vardır.
Kurban kesilecek hayvanlar kendi cinsinin olgun yaşına geldiğinde ve ortalama bir büyüklükte olduğunda kurban kesilebilirler. Her hangi bir arıza ya da hastalık bunları ortalama değerden düşürmüşse kurban kesilemezler. Çünkü kurbanda bir bakıma şöyle bir mana vardır: "Ya Rab! Ben senin rızan için bir koyun, ya da bir keçi vb kesiyorum".
Durum böyle olunca normal bir keçi ya da normal bir koyun sayılmayan, arızalı bir hayvanı kurban etmek uygun olmaz. Bu konudaki ölçü şu hadisi şeriftir: "Kurbanda belirgin kör, belirgin hasta, belirgin topal ve kemiklerinde iliği kalmamış kadar zayıf hayvanlar kurban olmaz". Ayrıca tek gözü olmayan ve boynuzları kırılan hayvanların da kurban olmayacağı söylenmiştir. Çünkü bu arızalar bir hayvanı kendi cinsinin ortalaması olmaktan çıkarır. Ancak besili olsun ya da zarar vermesin diye küçükken boynuzları köreltilen hayvanlar böyle değildir. Çünkü bu durum hayvanın değerini düşürmez, aksine artırır.

Muharrem Ayı ve Aşure Günü


"Şehrullahi'l-Muharrem" olarak meşhur olan, yani "Allah'ın ayı Muharrem" olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır.
Allah'ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.
Âşura Günü ise Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.
Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir.(1) Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir. Bugüne "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu su
lara gömmüştür. 2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3.
Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur. 4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-
s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. H
z. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur. 9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10
. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2) Hz. Âişe'nın belirttiğine göre, Kabe'nin örtüsü daha önceleri Âşura gününde değiştirilirdi. İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi. "Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)
Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyo
r ve oruç tutuluyordu. Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra
Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm: 69. O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu.(4) Böylece Âşura orucu sünnet bir or
uç olarak kalmış oldu. Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir. Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:
"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebili
r" buyurdu.(5) Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını k
uvvetle ümit ediyorum."(6) "Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”(7) hadis-i şerifi ise, bu günle
rde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir. Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, "Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular: "Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."(9) Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete gir
meye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder. Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.
Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.

1) Hak Dini Kur ân Dili. 8 5793.
2) Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140.
3) Ibtıı Mâce, Siyam: 31.
4) Müslim. Siyam: 117.
5) Tîrmizî. Savm: 40.
6) A.g.e., Savın: 47.
7) İbni Mâce. Siyam: 43.
8) İhyâ, 1:238
9) et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116

Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?

Büyük baş hayvanlara birden yediye kadar ortak olunabilir. Küçük baş hayvanlardan ise ancak bir kurban olur.

Kurban keserken nelere dikkat edilmelidir?

1. Kurban keserken özellikle hayvana sıkıntı vermemeye dikkat etmelidir. Şehirlerde gördüğümüz ve hayvanların itilip kakılarak, dövülerek kurban edilmesi vahşiliktir, İslam ahlakına sığmaz.Böyle eziyet eden insanlar sanki on günah işlemiş iki sevap almış gibidirler. Bu kadar günah almaktansa sevabı terk etmek daha iyidir. Müslümanlar kurban keserken hayvana nasıl şefkatle davranılacağını gösterme şansı yakalarlar. Bu şansı kaçırmamalı ve müslümanın merhametini ve diğerlerinden farkını göstermelidirler.
2. İkinci önemli mesele, temizlik ve insanları tiksindirmemedir. Şehirlerde gördüğümüz manzaralar, Müslümanlığın belirtileri değildir. Bizden Allah kurban kesmemizi ister, etrafı pisletmemizi değil. Ve Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur:Allah her şeyin ihsan ile yapılmasını şart koşmuştur. (İhsan, bir şeyi yapılabileceğinin en güzeliyle yapmaktır). Öyleyse boğazlarken de ihsan ile boğazlayın, bıçağınızı iyi bileyin ve hayvanınızı rahatlatın".Bu konuya Müslümanlar çok;ama çok dikkat etmeli ve her fırsatta dine ve dindarlara saldırmak isteyenlere fırsat vermemelidirler.

Kurban bayıltılarak kesilebilir mi?

Zorunlu bir sebep yoksa kurbanı bayıltarak kesmek sakıncalıdır, en azından mekruhtur. Çünkü kesimden mi bayıltmadan mı öldüğünü bilemeyiz. Sonra bayıltmanın hayvana ne kadar acı çektirdiğini de bilemeyiz. Ama zapt edilemeyen bir hayvanı bayıltmaktan başka çare yoksa, en sonunda bu yola da baş vurulabilir.

Kurban eti nasıl değerlendirilmelidir?

Kurban kesmekten asıl amaç, Allah için kan akıtmaktır. Bu yapıldıktan sonra kurban tamamdır; ancak elbette kurban kesmenin hikmetlerinden biri de fakir fukaranın et yemesidir. Bunu sağlamak ve kurban etini olabildiğince dağıtmak gerekir. Bunun bir ölçüsü yoktur. Kişi, kendi vicdanına göre hareket eder.

Kurban eti bagışlana bilirmi ?

Kurban elbette bağışlanabilir. Kurbanını keser ve etini olduğu gibi bir şahsa, şahıslara, ya da kurumlara bağışlayabilir. Kendisi adına kurban kesilmek üzere kurbanının parasını da bağışlayabilir, yani birisini vekil kılabilir. Ancak kurban kesmek yerine onun parasını bağışlamakla kurban görevini yerine getirmiş olmaz.

Hayır kurumlarına vekalet vererek kurban kesilebilir mi?

Elbette güvendiği ve bu görevi hakkıyla yerine getirdiğinden emin olduğu kurumlara kurbanını verebilir, onları vekil ederek kesilmesini onlardan isteyebilir. Ancak kurbanın bir ibadet olduğunu bilmek gerekir. Bu sebeple kesilen kurbanların etlerinin günah olmayan şekilde ve müslümanca kullanılıyor olmasına dikkat etmeli ve bunu aynı zamanda takip etmelidir.
Hayır kurumlarına bağışlanan kurbanlar için de şükür namazı kılınır mı? Kurban için kılınan iki rekat şükür namazı, kurbanını kendi kestiğinde de, başkasına kestirdiğinde de kılınmalıdır. Bunu kılmak şart/farz değildir; ama kılınması sünnettir, sevaptır.

Taksitle kurban alınabilir mi?

Kurbanın peşin alınma zorunluluğu yoktur. Helal olan her türlü alışverişle kurban da alınır. Taksitle alış veriş caiz olduğuna göre kurbanı da taksitle almak caizdir.

Borç para ile kurban kesilir mi?

Borç para ile başka şeyler almak caiz olduğuna göre kurban almak da caizdir. Hatta hac gibi, kurban gibi şeyleri borç para ile almak bazen daha da güzel ve garantili olabilir. Çünkü borç alınan bir para asla haram değildir. Böylece kurbanını haram olmayan bir para ile kesmiş olur.

Ölmüş kişiler için de kurban kesilir mi?

Ölmüş kimseler için de kurban kesilebilir. Hz. Peygamber de (sav) ümmeti için kurban kesmişlerdi.

Bayramda adak kesilir mi?

Bayramda adak kesilir. Hatta bazılarına göre Kurban" denen şey, Kurban Bayramı'nda kesilen hayvan olduğu için, "Ben bir kurban keseceğim" diye adak adayan insan, sanki kurban bayramında bir kurban keseceğim, demiş olacağından, adaklar da ancak kurban bayramında kesilir. Fakat bizim dilimizde "Kurban" dendiği zaman bu anlaşılmadığı için, adaklar, özellikle kurban bayramında denmiş olmadıkça, her zaman kesilebilir.

Adak ne demektir?

Kişinin dinen yükümlü olmadığı halde, farz veya vacip türünden bir ibadet yapacağına dair Allah'a söz vermesidir.

Adak bağışlanabilir mi?

Adak kurban elbette bağışlanabilir. Kişi adak kurbanını keser ve etini olduğu gibi bir şahsa, şahıslara, ya da kurumlara bağışlayabilir. Kendisi adına adak, akika, şükür kurbanı kesilmek üzere kurbanının parasını da bağışlayabilir, yani birisini vekil kılabilir.
Hayır kurumlarına vekalet vererek adak, akika, şükür kurbanı kesilebilir mi? Elbette güvendiği ve bu görevi hakkıyla yerine getirdiğinden emin olduğu kurumlara kurbanını verebilir, onları vekil ederek kesilmesini onlardan isteyebilir.

Bayramda adak kesilir mi?

Bayramda adak kesilir. Hatta bazılarına göre "Kurban" denen şey, kurban bayramında kesilen hayvan olduğu için, "Ben bir kurban keseceğim" diye adak adayan insan, sanki "Kurban Bayramı'nda bir kurban keseceğim"
demiş olacağından, adaklar da ancak kurban bayramında kesilir. Fakat bizim dilimizde "Kurban" dendiği zaman bu anlaşılmadığı için, adaklar, özellikle Kurban Bayramı'nda denmiş olmadıkça, her zaman kesilebilir.
İstanbul Müftüsü Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. Faruk Beşer, Prof. Dr. Hayrettin Karaman tarafından hazırlanmıştır.

Üç Ayların Fazileti ve Amelleri

Recep Ayının Fazileti ve Amelleri


Recep, şaban ve ramazan ayları ibadet ve maneviyat olarak diğer aylara göre daha üstün bir şeref ve fazilete sahiptir.
Hz. Resul-ü Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Recep Allah'ın büyük ayıdır. Hiçbir ay hürmet ve fazilette bu aya ulaşamaz. Bu ayda kafirlerle savaş haramdır. Şunu bilin ki recep Allah'ın ayı, şaban benim ayım, ve ramazan ümmetimin ayıdır. Kim recep ayının bir gününü oruç tutarsa, Allah'ın rızasını kazanmış olur. Allah'ın gazabı ondan uzaklaşır ve cehennem kapılarından birisi onun yüzüne kapanır."
İmam Musa Kazım'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Kim recepten birgün oruç tutarsa, cehennem ateşi bir yıllık mesafe ondan uzaklaşır. Kim üç gün oruç tutarsa, cennet ona farz olur."

Recep Ayı İstiğfar ve Tövbe Ayıdır


İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen bir hadiste İmam (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:
"Recep benim ümmetim için mağfiret dileme ayıdır. Bu ayda istiğfar edin (tevbe edin ve bağışlanma dileyin.) Zira Hak Teala, çok bağışlayan ve rahimdir. Recep ayına "Asabb" (dökülen) denir; zira bu ayda benim ümmetimin üzerine çok rahmet dökülür. O halde şu zikri çok söyleyin
"Esteğfirullahe ve es'eluhu't-tevbe."
"Allah'tan mağfiret ve tevbe diliyorum."
İbn-i Babeveyh, Salim'den şöyle rivayet etmiştir
"Ben recep ayının sonuna bir kaç gün kala İmam Sadık'ın (a.s) yanına gitmiştim. Beni görür-görmez şöyle buyurdu:
Ey Salim! Bu ayda hiç oruç tuttun mu?" "Hayır vallahi" dedim "ey Resulullah'ın oğlu!" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "O kadar sevap kaybetmişsin ki miktarını ancak Allah (c.c) bilir. Bu, Allah'ın üstün kıldığı ve hürmetini yücelttiği bir aydır. Bu ayda oruç tutanları kendi ikram ve değerlendirmesine mazhar kılmayı kendisine farz kılmıştır. Salim diyor ki ben: "Ey Resulullah'ın oğlu, eğer bu ayın kalan günlerini oruç tutarsam, bu ayda oruç tutanların sevabının bir kısmını elde etmiş olabilir miyim? diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Ey Salim! Kim bu ayın sonundan bir gün oruç tutarsa, ölüm anındaki can çekişme ve rahatsızlıklardan, ölüm sonrasının dehşetinden ve kabir azabından kurtulur. Kim bu ayın sonundan iki gün oruç tutarsa, Sırat'tan kolaylıkla geçer ve kim bu ayın sonundan üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününün büyük korkusu, dehşet ve zorluklarından kurtulur ve kendisine cehennem ateşinden kurtuluş beratı verilir."
Bu Ayda Oruç Tutamayanlar İçin Zikir
Kısaca recep ayının orucuyla ilgili çok fazilet ve sevap nakledilmiştir. (Bazı mazeretlerden dolayı) recep ayının orucunu tutamayan birisi, her gün yüz defa şu zikri söylerse recep ayının orucunun sevabını (kısmen de olsa) idrak etmiş olur:
Subhan'el-İlah'il-celîl. Subhane men la yenbeğî't-tesbîhu illa leh. Subhan'el-eazz'il-ekrem. Subhane men lebise'l-izze ve huve lehu ehl."
Anlamı: Münezzehtir yüce İlâh. Münezzehtir kendisinden başkasına tessbih ve takdis yakışmayan. Münezzehtir en büyük izzet ve kerem sahibi. Münezzehtir layık olduğu halde izzet libasını giyen. –Allah- .

Bu Ayda Her Gün Namazlardan Sonra Okunan Dua
Seyyid İbn-i Tavus, (r.a) Muhammed İbn-i Zekvan'dan (r.a) şöyle naklediyor: "İmam Cafer Sadık'a (a.s); "Canım sana feda olsun, işte Recep ayına girmiş bulunuyoruz; Allah'ın beni faydalandıracağı bir duayı bana öğretmenizi istiyorum" dedim. İmam (a.s) yaz diye buyurdu:
"Bismillahirrahmanirrahim"
Recep ayının her gününde akşam, sabah, gece ve gündüz kıldığın namazların ardından şu duayı oku:
"Ya men ercûhu li-kulli hayr; ve âmenu sehatehu inde kulli şerr. Ya men yu'ti'l-kesîre bi'l-galîl. Ya men yu'tî men seeleh. Ya men yu'tî men lem yes'elhu ve men lem ye'rifhu bi-mes'eletî iyyake cemîe hayr'id-dunya ve cemîe hayr'il-ahire, vasrif annî bi-mes'eletî iyyake cemîe şerr'id-dunya ve şerr'il-ahire. Feinnehu ğayru mengûsin ma e'teyte ve zidnî min fazlike ya kerîm."
Ravi şöyle devam ediyor; sonra İmam (a.s) sol e
liyle sakalını tuttuğu halde sağ işaret parmağını hareket ettirerek bu duayı okudu ve ardından şu cümleleri ekledi:

"Ya ze'l-celâli ve'l-ikram. Ya ze'n-ne'mai ve'l-cûd. Ya ze'l-menni ve't-tavl. Harrim şeybetî ale'n-nâr."
Anlamı: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Ey her hayrını ümid ettiğim ve her kötülükte gazabından güvencede olmayı umduğum (rabbim)! Ey aza karşılık çok veren; ey rahmet ve şefkatinden dolayı isteyene de, istemeyene de veren. Sana yalvarıyorum, dünya ve ahiret hayrının hepsinden bana da nasip buyur. Bütün dünya ve ahiret şerrini benden uzaklaştır. Kendi fazl-u kereminden bana verdiğini artır ey Kerim (Allah)!
Ey celal ve kerem sahibi, ey –sonsuz- nimetler ve cömertlik sahibi, ey bağış ve ihsan sahibi, şu beyaz sakalımı -cehennem- ateşine haram (yasak) kıl.
Recep Ayı Gecelerine Ait Namazlar
Birinci gece: Yirmi rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra bir defa İhlas okunur.
İkinci gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra bir defa Kâfirun suresi okunur.
Üçüncü gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra beş defa Nasr suresi okunur
.
Dördüncü gece: Yüz rekât namaz kılınır. Birinci rekâtta Hamd suresinden sonra Felak suresi, ikinci rekâtta ise, Hamd'dan sonra Nas suresi okunur.
Beşinci gece: Altı rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd suresinden sonra İhlas suresi okunur.
Altıncı gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra yedi defa Ayet-el Kürsi okunur.
Yedinci gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra, İhlas, Felak ve Nas sureleri üçer defa okunur ve namazdan sonra on defa salavat gönderilir ve on defa da "Subhanallahi ve'l-hamdulillahi ve la ilahe illellahu vallahu ekber." denir.
Sekizinci gece: Yirmi rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra İhlas, Kafirun, Felak ve Nas sureleri üçer defa okunur.
Dokuzuncu gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra beş defa Tekasur suresi okunur.
Onuncu gece: On iki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra üç defa İhlas suresi okunur.
On birinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra on iki defa Ayet-el Kürsi okunur.
On ikinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra on defa "Amen'er-resul" ayeti okunur.
On üçüncü gece: On rekât namaz kılınır. Birinci rekâtta Hamd suresinden sonra Adiyat suresi, ikinci rekâtta ise, Hamd'dan sonra Tekasur suresi okunur.
On dördüncü gece: Otuz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra bir defa İhlas su
resi ve bir defa Kehf suresinin son ayeti okunur.
On beşinci gece: Otuz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra on defa İhlas suresi okunur.
On altı ve on yedinci geceler: Otuz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra on defa İhlas suresi okunur.
On sekizinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra onar defa İhlas, Felak ve Nas suresi okunur.
On dokuzuncu gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Hamd on beşer defa Ayet-el Kürsi ve İhlas suresi okunur.
Yirminci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra beş defa Kadir suresi okunur.
Yirmi birinci gece: Altı rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra onar defa Kevser ve İhlas suresi okunur.
Yirmi ikinci gece: Sekiz rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Hamd, yedi Kafirun suresi okunur ve namazdan sonra on defa salavat getirilip on defa "Esteğfirullah" söylenir.
Yirmi üçüncü gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra beş defa Duha suresi okunur.
Yirmi dördüncü gece: Kırk rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'tan sonra bir defa İhlas suresi okunur.
Yirmi beşinci gece: Yirmi rekât namaz kılınır. Akşam ve Yatsı namazının arasında kılınan bu namazda her rekâtta Hamd'dan sonra bir İhlas suresi bir "Amener-Resulü" okunur.
Yirmi altıncı gece: On iki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Hamd'dan sonra dört İhlas suresi okunur.
Yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz ve otuzuncu geceler: On iki rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Hamd onar defa Â'lâ ve Kadir sureleri okunur

ŞABAN AYI

Şaban ayıda oldukça faziletli şerafetli ve Resulullah'a (s.a.a) mensub bir aydır. Efendimiz (s.a.a) bu ayı oruç tutar ve ramazan ayının orucuna birleştirir ve şöyle buyururdu. "Şaban benim ayımdır; kim benim ayımdan bir gün oruç tutarsa Cennet ona farz olur."
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "İmam Seccad (Zeynelabidin) (a.s) şaban ayı girdiği zaman ashabını toplar ve onlara şöyle buyururdu: "Ashabım! (Dostlarım) bu ayın ne olduğunu biliyor musunuz? Bu şaban ayıdır. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Şaban benim ayımdır; bu ayı Peygamberinizin sevgisi ve rabbinize yaklaşmak için oruç tutun, canımı elinde tutan (Allah)a and olsun ki babam İmam Hüseyin'den (a.s) duydum ki şöyle derdi: Hz. Ali'den (a.s) şöyle buyurduğunu duydum. "Kim şaban ayını Resulullah'a (s.a.a) olan sevgisinden dolayı ve Allah'a yakınlaşmak için oruç tutarsa, Allah onu sever kendi ikram ve yüceliğine yakınlaştırır ve cenneti ona farz kılar."
Bu değerli ayda yapılması için rivayet edilen amellerde iki kısımdır. Bir kısmı bu ayın bütün günlerinde yapılan amellerdir. Bir kısmı ise bu ayın bazı günleri veya gecelerine has amellerdir.

Şaban Ayının Bütün Günlerinde Yapılan Ameller


1- Her gün yetmiş defa şu zikri söylemek
"Esteğfirullahe ve es'eluh'ut-tevbe." Yani, Allah'tan bağışlanma diler ve O'ndan tövbemi kabul etmesini dilerim.
2- Yine yetmiş defa şu şekilde Allah'tan mağfiret dilemek: "Esteğfirullahellezî la ilahe illa huve'r-rahman'ur-rahim, el-hayy'ul-gayyûm ve etûbu ileyh."
Anlamı: Allah'tan bağışlanma dilerim. O'ndan başka ilâh yoktur. O esirgeyen ve bağışlayandır. Diri ve kayyumdur ve ben O'ndan tövbe diliyorum.
Evet bu ayda hergün yetmiş defa istiğfar eden kimse diğer aylarda yetmişbin defa istiğfar et miş gibidir.
3- Bu ayda yarım hurmayla'da olsa (gücü yetmiyenler için) sadaka vermek; bunu yapan kimsenin cesedini Allah (cehennem) ateşine haram kılar. İmam Sadık'tan (a.s) rivayet edilen bir hadiste İmam'a (a.s) Receb ayının orucu hakkında sorulduğunda; Neden Şa'ban'ın orucundan gafilsiniz? buyurdu. Ravi; "Ey Resulullah'ın (s.a.a) oğlu Şa'bandan birgün oruç tutan'ın sevabı nedir diye sorunca; Cennettir, vallahi" buyurdu. Ravi tekrar; şaban ayında yapılan en faziletli amel nedir? diye sordu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Sadaka ve mağfiret dilemektir. Kim şaban ayında bir sadaka verirse Allah-u Teala onu siz deve yavrusunu büyüttüğünüz gibi büyütür ve bilahere kıyamet gününde Uhut dağı kadar büyümüş bir halde sahibine verilir.
4- Şa'ban'ın her perşembe günü iki rekât namaz kılarak, her rekatında bir defa Fatiha ve yüz defa İhlas suresini okumak; Namazı bitirdikten sonra'da yüz defa Resulullah'a (s.a.a) ve ehl-i Beyt'ine (a.s) selevat getirmek. Bunu yapan kimsenin. Allah, dini ve dünyevi hacetlerini yerine getirir. Şa'ban'ın Perşembe günlerinin orucu'da müstehaptır. Bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir. Şabanın her perşembe günü gökler süslenir ve melekler şöyle dua ederler; "Ey Mabudumuz, bu günü oruç tutanı bağışla ve duasını kabul et." Yine Nebevi bir hadiste şöyle geçer; Şa'ban'ın Pazartesi ve Perşembe günlerini oruç tutan kimsenin, Allah, yirmi dünyevi ve yirmi Uhrevi hacetini yerine getirir."
5- Bu ayda Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyti'ne (a.s) çokca salavat getirmek.
6- İbn-i Haleveyh'in rivayetine göre Hz. Ali (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) şaban ayında okudukları ve "Münacat-ı Şabaniye" diye meşhur olan şu münacatı okumak:
Anlamı: Allah'ım! Muhammet ve Ehlibeyt'ine rahmet eyle ve seni çağırdığımda duamı icabete eriştir, seni seslediğimde çağrımı duy, sana yalvarıp yakardığımda bana bak. Ben sana doğru yönelmiş, sana boyun eğip yalvararak ve katındaki sevabı dileyerek huzurunda durmuşum. İçimde olanı biliyorsun, ihtiyacımdan haberdar ve kalbimdekine vakıfsın. Dönüşüm ve döneceğim yer, söylemek istediğim söz, dile getirmek istediğim ihtiyaç ve akıbetim umduklarım sana gizli değildir. Ey Sahibim! Senin takdir ve hükmün, ömrümün sonuna dek benden vuku bulacak ve her şeyde, zahir ve batınımda caridir. Kemal ve eksikliğim, yarar ve zararım başkasının değil, senin elindedir.
Allah'ım! Rızkımı sen vermezsen kim verir! Eğer bana, yardım etmeyerek yalnız bırakırsan, kim yardım eder!
Allah'ım! Gazabından ve azabından sana sığınırım.
Allah'ım! Ben rahmetine layık olmasam da, sen geniş fazlın ve rahmetinle bana bağışta bulunmaya layıksın.
Allah'ım! -Sanki kıyamet kopmuş da- yalnız başıma huzurunda durmuş gibiyim, sana olan güzel tevekkülüm bana gölge etmiş, kerem ve ihsanına layık olanı yapmışsın ve affınla günahlarımı örtmüşsün.
Allah'ım! Beni bağışlarsan ne güzel, zaten bağışlamaya senden daha layık olan kim var? Eğer ecelim gelip çatmış olurda amelim beni sana yaklaştırmamışsa, günahlarımı itiraf etmeyi affına vesile kılıyorum.
Allah'ım! Nefsime yönelmekle kendime zulmettim, eğer beni affetmezsen yazıklar olsun bana!
Allah'ım! Bu güne kadar ihsanını benden esirgemedin, ölümle başlayan hayatımda da kesme.
Allah'ım! Öldükten sonra bana hüsn-ü nazarından nasıl keserim ümidimi, oysa ki sen ha yatımda iyilikten başka bir şey yapmadın bana.
Allah'ım! Sana yakışır şekilde işlerimi yoluna koy ve cehalet bataklığına batmış bir günahkara kendi lütuf ve fazlın ile merhamet eyle.
Allah'ım! Dünyada birçok günahlarımı gizli tuttun, ahirette onları gizli tutmana da muhtacım.
Allah'ım! Günahlarımı salih kullarına açmayarak lütfettin bana; öyleyse kıyamet günü bütün kulların karşısında rüsva etme beni.
Allah'ım! Bağışın arzumu çoğalttı; affın ise amelimden daha üstündür. Allah'ım! Kullarının arasında hükmettiğin gün, huzuruna çıkmakla beni mesrur eyle.
Allah'ım! Senden özür dilemem, mazeritinin kabul olmasından müstağni olmayan -çaresiz- kimsenin özür dilemesidir. Öyleyse, ey günahkarların kendisinden özür dilediği en keremli zat, mazeretimi kabul buyur.
Allah'ım! Hacetimi reddetme, dileğimi boşa çıkarma, lütuf ve kereminden ümidimi kesme.
Allah'ım! Eğer aşağılığımı isteseydin beni hidayet etmezdin; eğer rezil olmamı irade etseydin beni kurtarmazdın.
Allah'ım! Senden isteyerek ömrümü tükettiğim ihtiyacımı reddeceğini hiç sanmıyorum.
Allah'ım! Hamd sanadır daima, ezelden ebede. Artar eksilmez; sevdiğin ve razı olduğun gibi. Allah'ım! Eğer suçumdan ötürü beni alıkoyarsan affına, günahlarımdan ötürü ise alıkoyarsan mağfiretine sarılırım. Eğer beni ateşe atar isen, "Seni seviyorum!" diye haykırırım ateş ehline.
Allah'ım! Nasıl ayrılayım huzurundan mahrum ve nasipsiz? Oysaki lütfünle bağışlanmış ve kurtulmuş olarak geri döndürmeni güzelce ummaktayım.
Allah'ım Ömrümü gaflet pisliğinde tükettim, gençliğimi de senden uzak kalma sarhoşluğuyla geçirdim.
Allah'ım! Verdiğin nimetle mağrur olduğum ve gazabına doğru gittiğim günlerde gaflet uykusundan uyanamadım.
Allah'ım! Ben senin kulunum ve kulunun oğluyum, huzurunda durmuş ve kereminle sana tevessül etmiş bulunuyorum.
Allah'ım! Kulun olarak huzurunda, hayamın azlığından yaptığım kötü amellerimden sıyrılarak sana yöneliyor ve senden af talep ediyorum; çünkü af, senin kerem ve lütfünün özelliğidir.
Allah'ım! Beni muhabbetin için uyarmadan önce sana isyan etmekten beni alıkoyacak bir gücüm yoktu. -Muhabbet ışığın kalbimde yandıktan sonra ise- nasıl olmamı istediysem öyle oldum; beni kerem ve lütfüne dahil ettiğinden ve kalbimi senden gaflet etme kirlerinden temizlendiğinden dolayı sana şükrediyorum.
Allah'ım! Ey aldanandan uzak olmayan yakın! Ey mükafatını ümit edenden esirgemeyen cömert! Kendisini çağırdığında sana icabet eden ve yardımınla amele sevk ettiğinde sana itaat eden kimseye baktığın gibi bana bak.
Mabudum! İştiyakla sana yaklaşan bir kalp, doğruluğu sana yükselen bir dil ve değeri, sana yaklaşmaya vesile olan bir bakış bana bağışla.
Allah'ım! Seninle tanınan, şöhretsiz; sana sığınan, zelil; ve kendisine teveccüh ettiğin kimse de başkalarına köle olmaz.
Allah'ım! Senin yoluna yönelen aydınlanır ve sana sığınan korunur; ey mevlam, ben sana sığındım; rahmetine olan ümidimi kereminin güzelliğinden kesmedim.
Allah'ım! Eğer hatalarım beni, senin yanında düşürüp zelil etmişse o halde beni, sana olan hüsn-ü tevekkülümle affet. –Sana gönül bağladığım için beni bağışla.
Allah'ım! Eğer günahlarım beni, lütfünün güzelliklerinden uzaklaştırmışsa, şüphesiz şefkatinin güzelliğine olan yakinim beni -sana kavuşmaya hazırlanmaktan beni uyutmuşsa, değerli nimetlerini tanımak beni uyandırmıştır.
-Allah'ım! Eğer beni büyük -azabın ateşe çekiyorsa, büyük mükafatın da beni cennete doğru çekiyor.
Allah'ım! Öyleyse senin -rızana kavuşmak için istiyorum ve sana yalvarıp niyaz ediyorum; senden Muhammed ve Ehlibeyti'-ne rahmet etmeni ve beni, daima seni anan, ahdini bozmayan, sana şükretmekten gafil olmayan ve emrini hafife almayan kimselerden kılmanı istiyorum.
Allah'ım! Beni, seni tanımam, senden gayrisinden yüz çevirmem için izzetinin güzel nuruna kavuştur; ey celal ve ikram sahibi Allah.
Ve Allah, Resulü Muhammed'e ve onun tertemiz Ehlibeyt'ine salat ve çokça selâm eylesin.
Bu Bütün imamlarımıza mensub yüce ve derin manaları içeren bir münacaattır, ve huzur-i kalp hasıl olan her zamanda okunması iyidir.

Şaban Ayı Gecelerine Ait Namazlar


Birinci gece: Yüz rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha, bir de İhlas sureleri okunur. Daha sonra elli defa Fatiha suresi okunur.
İkinci gece: Elli rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha, bir İhlas, bir de Felak ve Nas sureleri okunur.
Üçüncü gece: Bu gecede iki rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha Suresi, yirmi beş defa da İhlas Suresi okunur.
Dördüncü gece: Kırk rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha suresi, bir de İhlas Suresi okunur.
Beşinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha suresi, beş yüz İhlas Suresi okunur.
Altıncı gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha Suresi, on defa İhlas Suresi okunur.
Yedinci gece: İki rekât namaz kılınır. Birinci rekâtta bir Fatiha Suresi, yüz İhlas Suresi, ikinci rekâtta ise bir Fatiha Suresi ve bir Ayet-el Kürsi okunur.
Sekizinci gece: İki rekât namaz kılınır. Birinci rekâtta bir Fatiha Suresi, on beş İhlas Suresi; ikinci rekâtta ise Fatiha Suresinden sonra Kehf suresinin son ayeti, daha sonra on beş defa İhlas Suresi okunur.
Dokuzuncu gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha Suresinden sonra Nasr Suresi okunur.
Onuncu gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra üç defa Ayet-el Kürsi ve üç defa Kevser Suresi okunur.
On birinci gece: Sekiz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra üç defa ? okunur.
On ikinci gece: On iki rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha, bir Tekasür Suresi okunur.
On üçüncü gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta bir Fatiha, bir Tin Suresi okunur.
On dördüncü gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra beş defa Asr Suresi okunur.
On beşinci gece: Akşam ve yatsı namazının arasında dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra on İhlas Suresi okunur. Namazdan sonra şu dualar onar defa okunur:
- Allahummeğfir lenâ
- Ya rabbirhemnâ
- Suhbânellezî yuhyi'l-mevtâ ve yumît'ul-ehyâ ve huve alâ kulli şey'in gadîr.
On altıncı gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha Suresinden sonra bir defa Ayet'el-Kürsi ve on beş defa İhlas Suresi okunur.
On yedinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha Suresinden sonra yetmiş defa İhlas Suresi okunur. Namazdan sonra yetmiş defa "Esteğfirullah" söylenir.
On sekizinci gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra beş defa İhlas Suresi okunur.
On dokuzuncu gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra Mülk Suresi okunur.
Yirminci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra Mülk Suresi okunur.
Yirmi birinci gece: Sekiz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra İhlas ve Felak ve Nas sureleri birer defa okunur.
Yirmi ikinci gece: Sekiz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra bir defa İhlas, on beş defa ? okunur.
Yirmi üçüncü gece: Otuz rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra bir defa Zilzal Suresi okunur.
Yirmi dördüncü gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra Haşr Suresi okunur.
Yirmi beşinci gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra on defa Tekasur Suresi okunur.
Yirmi altıncı gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra Amen'er-Resulü okunur.
Yirmi yedinci gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra on defa A'la Suresi okunur.
Yirmi sekizinci gece: Dört rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra İhlas, Felak ve Nas sureleri birer defa okunur.
Yirmi dokuzuncu gece: On rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra Tekasur, İhlas, Felak ve Nas sureleri onar defa okunur.
Otuzuncu gece: İki rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha'dan sonra on defa A'la Suresi okunur.

İftar Duası


"Allahumme leke sumtu ve alâ rizgike eftartu ve aleyke tevekkeltu."
Anlamı: Allah'ım! Senin için oruç tuttum ve senin rızkınla iftar edip, sana tevekkül ettim.

Ramazan Ayında Resulullah'ın (s.a.a) Duası


Merhum Kefhemi "Misbah" kitabında Resul-ü Ekrem'den şöyle rivayet etmiştir: "Kim ramazan ayında her farizadan sonra şu duayı okursa Allah onun günahlarını bağışlar."
"Allahumme edhil alâ ehl'il-gubûr'is-surûr. Allahumme eğni kulle fegîr. Allahumme eşbi' kulle cai'. Allahummeksu kulle uryan. Allahummegzi deyne kulli medîn. Allahumme ferric an kulli mekrûb. Allahumme rudde kulle ğarîb. Allahumme fukke kulle esîr. Allahumme aslih kulle fasidin min umûr'il-muslimîn. Allahummeşfi kulle merîz. Allahumme sudde fegrena bi-ğinak. Allahumme ğayyir sûe halina bi-husni hâlik. Allahummegzi anna'd-deyne ve ağnina min'el-fagr. İnneke alâ kulli şey'in gadîr."
Anlamı: Allah'ım! kabir ehlini sevindir. Allah'ım, bütün fakirleri zenginleştir. Allah'ım, bütün açları doyur, Allah'ım bütün çıplakları giyindir. Allah'ım, sıkıntısı olanların sıkıntısını gider. Allah'ım, bütün garipleri -vatanlarına- geri döndür. Allah'ım, bütün esirleri -esirlikten- kurtar. Allah'ım, Müslümanların bozulan durumlarını, fasit olan işlerini ıslah eyle. Allah'ım, bütün hastalara şifa ver. Allah'ım, bizim fakirliğimizi kendi zenginliğinle engelle. Allah'ım, bizim kötü halimizi kendi iyi haline dönüştür. Allah'ım, borcumuzu eda et, fakirlik ve ihtiyacımızı gider; muhakkak senin herşeye gücün yeter.

Ramazan Ayında Her Gecenin Özel Namazı

Merhum Meclisi bu namazları ve bundan sonra zikredeceğimiz her günün kısa özel duasını "Zad'ul-Mead" kitabında şöyle rivayet etmiştir:
1. Gecenin Namazı: Dört rekâttır. Her rekâtta bir Fatiha, on beş defa İhlas Suresi okunur.
2. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta bir Fatiha, yirmi defa Kadir Suresi okunur.
3. Gecenin Namazı: On rekâttır; her rekâtta bir Fatiha, elli defa İhlas Suresi okunur.
4. Gecenin Namazı: Sekiz rekâttır; her rekâtta bir Fatiha, yirmi defa Kadir Suresi okunur.
5. Gecenin Namazı: İki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha, elli defa İhlas Suresi okunur. Namazın selâmından sonra da yüz defa "Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed" diyerek selavat getirilir.
6. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve bir defa da Mülk (Tebareke) suresi okunur.
7. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve on üç defa Kadir Suresi okunur.
8. Gecenin Namazı: İki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve on defa İhlas Suresi okunur. Namazın selamından sonra da bin defa "Subhanellah" zikri söylenir.
9. Gecenin Namazı: Altı rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve altı defa Ayet'el-Kürsi okunur. Namazı bitirdikten sonra elli defa selavat getirilir. Bu namazlar akşam namazı ile yatsı namazı arasında kılınır.
10. Gecenin Namazı: Yirmi rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve otuz defa İhlas Suresi okunur.
11. Gecenin Namazı: İki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve yirmi defa Kevser Suresi okunur.
12. Gecenin Namazı: Sekiz rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve otuz defa Kadir Suresi okunur.
13. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve yirmi defa İhlas Suresi okunur.
14. Gecenin Namazı: Altı rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve otuz defa Zilzal suresi okunur.
15- Gecenin Namazı: Dört rekâttır; ilk iki rekâtın her rekâtında bir Fatiha ve yüz defa İhlas; diğer iki rekâtta ise her rekâtta bir Fatiha ve elli defa İhlas Suresi okunur.
16. Gecenin Namazı: On iki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve on iki defa Tekasür Suresi okunur.
17. Gecenin Namazı: İki rekâttır; birinci rekâtta bir Fatiha ve bir defa da istediği her hangi bir sureyi, ikinci rekâtta ise bir Fatiha ve yüz defa İhlas Suresi okunur ve namazın selamından sonra yüz defa "La ilahe illallah" zikri söylenir.
18. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta Fatiha ve yirmi beş defa Kevser Suresi okunur.
19. Gecenin Namazı: Elli rekâttır; her rekâtta Fatiha ve elli defa Zilzal Suresi okunma suretiyle kılınır.
Burada maksat her halde her rekâtte bir defa Zilzal Suresinin okunmasıdır. Zira her rekâtta elli defa okunması kastedilirse, o zaman 2500 defa okunması gerekir, bu da oldukça zor, belki de imkansız bir şeydir.
20. 21. 22. 23. 24. Gecelerin Namazı: Bu gecelerin her birinde sekiz rekât; her rekâtta bir Fatiha ve istediği her hangi bir sureyi okuyabilir.
25. Gecenin Namazı: Sekiz rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve on defa İhlas Suresi okunur.
26. Gecenin Namazı: Sekiz rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve yüz defa İhlas Suresi okunur.
27. Gecenin Namazı: Dört rekâttır; her rekâtta imkanı olduğu takdirde bir Fatiha ve bir Mülk (Tebareke) suresi, mümkün olmadığı takdirde ise, Mülk suresinin yerine yirmi beş defa İhlas Suresini okuyabilir.
28. Gecenin Namazı: Altı rekâttır; her rekâtta bir Fatiha, yüz defa Ayet'el-Kürsi, yüz defa İhlas ve yüz defa Kevser sureleri okunur. Namazdan sonra da yüz defa salavat getirilir.
Bu gecenin namazını bu şekliyle Merhum Meclisi nakletmiştir. Fakat Merhum Şeyh Abbas Kummi'nin tahkikine göre bu gecenin namazı şöyledir:
Altı rekât, her rekatte bir Fatiha ve on defa Ayet'el-Kürsi, on defa Kevser ve on defa da İhlas okunur. Namazdan sonra da yüz defa Resulullah'a salavat getirilir.
29. Gecenin Namazı: İki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve yirmi defa İhlas okunur.
30. Gecenin Namazı: On iki rekâttır; her rekâtta bir Fatiha ve yirmi defa İhlas Suresi okunur. Namazdan sonra ise yüz defa Resulullah'a (s.a.a) salavat getirilir.
Bilindiği gibi bütün namazlar ikişer, ikişer rekâtler şeklinde (sabah namazı gibi) kılınır.

Ramazan Ayında Her Güne Ait Kısa ve Özel Dualar


Aşağıdaki dualar büyük fazilet ve sevaplarla İbn-i Abbas kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) nakledilmiştir.
1. Günün Duası: "Allahummec'al siyamî fîhi siyam'es-saimîn ve giyamî fîhi giyam'el-gâimîn ve nebbihnî an nevmet'il-ğâfilîn ve heb lî curmî fîhi ya ilâh'el-âlemin ve'fu annî ya âfiyen an'il-mucrimîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde tuttuğum orucu gerçek oruç tutanların orucu gibi ve ibadetimi gerçek ibadet edenlerin ibadeti gibi kıl; bu günde beni gafillerin uykusundan uyandır; suçumu bu günde bağışla; ey alemlerin ilâhı! Affet beni, ey suçları affeden. Rabbim!
2. Günün Duası: "Allahumme garribnî fîhi ilâ merzâtike ve cennibnî fîhi min sehatike ve negimatike ve veffignî fîhi li-girâeti âyâtike bi-rahmetike ya erhem'er-râhimîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde beni kendi hoşnutluğuna yakınlaştırıp, gazap ve azabından uzaklaştır. Bu günde ayetlerini okumaya beni muvaffak kıl; rahmetin hakkına ey merhametlilerin en merhametlisi.
3. Günün Duası: "Allahummerzugnî fîh'iz-zihne ve't-tenbîh ve bâidnî fîhi min'es-sefâheti ve't-temvîh vec'al lî nesîben min kulli hayrin tunzilu fîh, bi-cûdike ya ecved'el ecvedîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde bana zeka ve uyanıklık (ibadet ve itaatten gafil olmama) hali ver; beni cahillik ve batıl işlerden uzaklaştır. Bu günde indirdiğin her hayırdan bana da bir nasip ayır; cömertliğin hakkına ey cömertlerin en cömerdi!
4. Günün Duası: "Allahumme gavvinî fîhi alâ igameti emrik ve ezignî fîhi halâvete zikrik ve evzi'nî fîhi li-edâi şukrik bi-keramik vehfeznî fîhi bi-hifzike ve sitrik, ya ebsar'an-nâzirîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde emrini uygulamak için beni güçlendir; bu günde zikrinin güzel tadını bana tattır; kereminle beni bu günde şükrünü eda etmek için hazırla; bu günde hıfzın ve örtünle beni (günah ve beladan) koru; ey basiretlilerin en basiretli!
5. Günün Duası: "Allahummecalnî fîhi min'el-musteğfirîn, vec'alnî fîhi min ibâdik'es-sâlihîn'el-gânitîn, vec'alnî fîhi min evliyâik'el-mugarrabîn, bira'fetike ya erham'er-râhimîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde beni mağfiret dileyenlerden, sana itaat eden salih kullarından ve mukarreb velilerinden kıl; lütuf ve şefkatin hakkında ey merhametlilerin en merhametlisi!
6. Günün Duası: "Allahumme la tehzulnî fîhi li-tearruzi ma'siyetik, velâ tazribnî bi-siyâti negimetik, ve zehzihnî fîhi min mûcibâti sehatike, bi-mennike ve eyâdîke, ya muntehâ rağbet'ir-râğibîn."
Anlamı: Allah'ım! Sana karşı işlediğim günahtan ötürü bu günde beni yalnız bırakma; azap kırbaçınla beni cezalandırma; bu günde gazabına vesile olacak şeylerden beni uzaklaştır; -sonsuz- lütfun ve nimetlerin hakkına, ey şevkli insanların en büyük arzusu!
7. Günün Duası: "Allahumme einnî fîhi alâ siyamihi ve giyamih, ve cennibnî fîhi min hefevatihi ve asamih, verzugnî fîhi zikreke bi-devamihi, bi-tevfigike ya hadiy'el-muzillîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde oruç tutup ibadete durmam için bana yardımcı ol; bu günün sürçme ve günahlarından beni uzaklaştır; bu günde sürekli olarak seni zikretmeği bana nasip eyle; tevfikinle ey yolunu şaşanları hidayet eden!
8. Günün Duası: "Allahummerzugnî fîhi rahmet'el-eytami ve it'am'et-taam ve ifşa'es-selâm ve suhbet'el-kiram, bi-tavlike ya melce'el-amilîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde öksüzlere merhamet etmeyi, -fakirlerin- karnını doyurmayı, karşıma çıkan herkese Selâm vermeyi ve değerli insanlarla oturup kalkmayı bana nasip eyle; iyilik ve ihsanınla, ey arzu edenlerin sığınağı
9. Günün Duası: "Allahummec'al lî fîhi nasiben min rahmetik'el-vasia, vehdinî fîhi li-berahinik'es-satia, ve huz bi-nasiyetî ila merzatik'el-camia, bi-mehabbetike ya emel'el-muştagîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde geniş rahmetinden beni nasipsi bırakma; açık delil ve bürhanlarını bana göster ve beni alıp en kapsamlı hoşnutluğa götür; muhabbetinle ey şevkli insanların arzusu!
10. Günün Duası: "Allahummec'alnî fîhi min'el-mutevekkilîne aleyke, vec'alni fîhi min'el-faizîne ledeyke, vec'alnî fîhi min'el-mugarrabîne ileyke, bi-ihsanike ya ğayet'et-talibîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde beni sana tevekkül edenlerden, sana göre saadete erişenlerden ve sana yakınlaşan kimselerden kıl; ihsanınla ey arayanların en büyük talebi!
11. Günün Duası: "Allahumme habbib ileyye fîh'il-ihsan, ve kerrih ileyye fîh'il-fusûge ve'l-isyan, ve harrim aleyye fîh'is-sehate ve'n-nîran, bi-avnike ya ğiyas'el-musteğisîn."
Anlamı: Allahım! Bu günde iyilik ve ihsanı bana sevdir; fısk ve günahtan beni nefret ettir; gazabını ve –cehennem- ateşini bana haram kıl; yardımınla ey imdat isteyenlerin imdadı!
12. Günün Duası: "Allahumme zeyyinnî fîhi bi's-sitri ve'l-ifaf, vesturnî fîhi bi-libas'il-gunûi ve'l-kifaf, vehmilnî fîhi ala'l-adli ve'l-insaf, ve aminnî fîhi min kulli ma ehafu bi-ismetike ya ismet'el-haifin."
Anlamı: Allahım! Bu günde örtü ve iffetle beni ziynetlendir; bugün kanaat ve elde olana yetinme libasını bana giydir; beni bu günde adalet ve insafa sevk et ve korktuğum herşeyden beni emniyete al; koruma ve ismetinle; ey korkanları koruyan -Rabbim-
13. Günün Duası: "Allahumme tahhirnî fîhi min'ed-denesi ve'l-egdar, ve sabbirni fîhi alâ kainat'il-egdar, ve veffignî fîhi li't-tuga ve suhbet'el-ebrar, bi-avnike ya gurrete ayn'il-mesakîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde beni (maddi ve manevi bütün) kir ve pisliklerden temizle; bu günde olması taktir edilen olaylara karşı beni sabırlı kıl. Bu günde takvalı olmaya ve iyi insanlarla arkadaşlık yapmaya beni muvaffak eyle; yardımınla, ey zavallı ve miskin insanların gö
z nuru! 14. Günün Duası: "Allahumme la tuahiznî fîhi bi'l-aserat, ve egilnî fîhi min'el-hataya ve'l-hefevat, vela tec'alnî fîhi ğarazan li'l-belaya vel-afat, bi-izzetike ya izz'el-muslimîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde ayak sürçmelerimden dolayı beni cezalandırma; hata ve yanlışlarımı bağışla. Bu günde beni bela ve afetlerin hedefi etme; izzetinle, ey müslümanların izzeti!
15. Günün Duası: "Allahummerzugnî fîhi taat'el-haşiîn, veşreh fîhi sadrî bi-inabet'il-muhbitîn, bi-emanike ya eman'el-haifîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde bana huşu ehlinin itaatini nasip eyle; mütevazi insanlar gibi dönüş yapıp tövbe etmemle göğsümü genişlet; emanınla, ey korkanların emanı ve güveni!
16. Günün Duası: "Allahumme veffignî fîhi li-muvafeget'il-ebrar ve cennibnî fîhi murafagat'el-eşrar, ve avinî fîhi bi-rahmetike ila dar'il-garari bi-ilahiyyetike ya ilah'el-alemîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde iyi insanlarla arkadaş olmaya beni muvaffak kıl ve kötü insanların arkadaşlığından beni uzaklaştır. Rahmetinle bana ebediyet ve sükunet yurdu olan -cennette- yer ver; ilahlığın hakkına, ey alemlerin ilahı!
17. Günün Duası: "Allahummehdinî fîhi li-salih'il-e'mali, vegzi lî fîh'il-havaice ve'l-amal. Ya men la yehtacu ile't-tefsiri ve's-sual. Ya alimen bima fî sudur'il-âlemin, salli alâ Muhammedin ve Âlih'it-tahirin."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde beni salih amellere hidayet et; bu günde beni hacet ve arzularıma kavuştur. Ey açıklamaya ve sormaya ihtiyacı olmayan; ey alemdekilerin göğsünde bulunanları (içinde geçenleri) bilen –Rabbim-! Muhammed'e ve onun tertemiz Ehlibeyti'ne rahmet et.
18. Günün Duası: "Allahumme nebbihnî fîhi li-berakati esharih, ve nevvir fîhi galbî bi-ziyai envarih, ve huz bi-kulli â'zâî ile't-tibai asarih, bi-nûrike ya munevvira gulûb'il-arifîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günün seherlerinin bereketlerinden yararlanmak için beni uyandır; nurların ışığıyla kalbimi aydınlat ve bütün uzuvlarımı bu günün eserlerinden, bereketlerinden yararlandır; nurun ile, ey ariflerin gönüllerini aydınlatan!
19. Günün Duası: "Allahumme veffir fîhi hazzî min berakatih, ve sehhil sebîlî ila hayratih, vela tehrimnî gabûle hasenatih, ya hadiyen ile'l-hagg'il-mubîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günün bereketlerinden nasibimi bol et; hayırlarına ulaşma yolumu kolaylaştır; iyi amellerinin kabulünden beni mahrum bırakma; ey apaçık hakka hidayet eden -Rabbim-!
20. Günün Duası: "Allahummefteh lî fîhi ebvab'el-cinan, ve eğlig annî fîhi ebvab'en-nîran, ve veffignî fîhi li-tilavet'il-gur'an, ya munzil'es-sekîneti fî gulûb'il-mu'minîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde cennet kapılarını (yüzüme) aç; cehennem kapılarını -yüzüme- kapat; bu günde Kur'ân okumaya beni muvaffak kıl; ey müminlerin kalplerine sükunet ve huzur indiren -Yüce Allah-!
21. Günün Duası: "Allahummec'al lî fîhi ila merzatike delîla, vela tec'al li'ş-şeytani fîhi aleyye sebîla, vec'al'il-cennete lî menzilen ve megîla, ya gaziye havaic'it-talibîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde beni hoşnutluğuna götürecek bir kılavuz kıl bana; bu gün Şeytan'ı bana ulaştıracak hiçbir yol bırakma; benim yerleşeceğim ve rahat edeceğim yeri cennet kıl; ey arayanların hacetlerini yerine getiren -Rabbim-!
22. Günün Duası: "Allahummefteh lî fîhi ebvabe fazlik, ve enzil aleyye fîhi berakatik, ve veffignî fîhi li-mucibati merzatik, ve eskinnî fîhi buhbûhati cennatik, ya mucîbe davet'il-muztarrîn."
Anlamı: Allah'ım! Fazl-ü rahmetinin kapılarını bugün yüzüme aç; bu günde bereketlerini üzerime indir ve beni hoşnutluğuna vesile olacak şeylere muvaffak kıl; beni cennetlerinin ortasına yerleştir; ey perişanların duasını kabul eden -Allah-!
23. Günün Duası: "Allahummeğsilnî fîhi min'ez-zunûb, ve tahhirnî fîhi min'el-uyûb, vemtehin galbî fîhi bi-tegv'el-gulûb, ya mugîle eserat'il-muznibîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde beni günah ve kusurlardan beni yıkayıp temizle; kalbimin imtihanında bana kalplerin takvasını ver; ey günahkarların sürçmelerini bağışlayan –Rabbim-!
24. Günün Duası: "Allahumme innî es'eluke fîhi ma yurzîk, ve eûzu bike mimma yu'zîk, ve es'eluk'et-tevfîge fîhi lien utîake vela a'siyek, ya cevad'es-sailîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde seni razı edecek şeyleri senden diliyor ve seni rahatsız edecek şeylerden sana sığınıyorum. -Allah'ım!- Bu günde sana itaat edip karşı gelmemek için senden tevfik ve yardım diliyorum; el el açıp dilenenlere cömert davranan –Rabbim-!
25. Günün Duası: "Allahummec'alnî fîhi muhibben li-evliyaik, ve muadiyen li-e'daik, mustennen bi-sunneti hatemi enbiyaik, ya asime gulûb'in-nebiyyîn."
Anlamı: Allah'ım! Beni bu günde velilerini seven, düşmanlarına düşmanlık besleyen ve peygamberlerinin sonuncusu -Muhammed Mustafa'nın (s.a.a)- sünnetine uyan kimselerden kıl; ey peygammerlerin kalplerini koruyan -Yüce Allah-!
26. Günün Duası: "Allahummec'al sa'yî fîhi meşkûran ve zenbî fîhi mağfûran ve amelî fîhi magbûlen ve aybî fîhi mestûra, ya esme'as-samiîn." A
nlamı: Allah'ım! Bu günde çabamı mükafatlandır; günahımı bağışla; amelimi kabul buyur ve gözümü –günahlara- kapa; ey duyanların en iyi duyanı!
27. Günün Duası: "Allahummerzugnî fîhi fazle leylet'il-gadri ve sayyir umûrî fîhi min'el-usri ile'l-yusr, vegbel meazîrî ve hutta anni'z-zenbe ve'l-vizr, ya raûfen bi-ibadih'is-salihîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde bana kadir gecesinin sevabını lütfeyle; işlerimi zorluktan kolaylığa dönüştür; mazeretlerimi kabul buyur; günah ve vizr-ü vebalı üzerimden kaldır; ey salih kullarına şefkatli olan!
28. Günün Duası: "Allahumme veffir hazzî fîhi min'en-nevafil, ve ekrimnî fîhi bi-ihzar'il-mesail, ve garrib fîhi vesîletî ileyke min beyn'il-vesail, ya men la yeşğaluhu ilhah'ul-mulihhîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde müstehap (sünnet) amellerden nasibimi çoğalt; -dünya ve ahirette- sorumlu olduğum şeyleri hazırlayarak bana lütuf ve bağışta bulun; bugünde vesileler arasından sana vesilemi yakınlaştır bana; ey ısrarla –yalvaranların- ısrarı kendisini –başkalarıyla ilgilenmekten- alıkoymayan –Rabbim-!
29. Günün Duası: "Allahumme ğaşşinî fîhi bi'r-rahmet, verzugnî fih'it-tevfîga vel-isme, ve tahhir galbî min ğayahib'it-tuhmet, ya rahimen bi-ibadih'il-mu'minîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde rahmetinle beni kapla; bu günde bana -iyi amelleri yapmak için- tevfik ve -kötü amellerden- korunma -gücü- lütfeyle ve beni şüphe ve suç unsuru addedilebilecek şeylerin karanlığından temizle; ey mümin kullarına merhametli olan -Rabbim!-
30. Günün Duası: "Allahummec'al siyamî fîhi bi'ş-şukri ve'l-gabûli alâ ma terzahu ve yerzah'ur-resûl, muhkemeten furûuhu bi'l-usûl, bi-haggi seyyidina Muhammedin ve Âlih'it-tahirîn, ve'l-hamdulillahi rabb'il-alemîn."
Anlamı: Allah'ım! Bu günde tuttuğum orucu kendin ve resulün beğendiği şekilde mükafatlandırıp kabul buyur ve onun furuunu -iman ve ihlas olan- usuluyla pekiştir; efendimiz Muhammed ve onun tertemiz Ehlibeyti hakkında -Ey Rabbim!- Ve bütün övgüler alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur.

Kadir Gecelerinin Amelleri


1- Gusül yapmak. Merhum Alleme Meclisi bu gusülün güneş batacağı sırada yapılıp onunla akşam namazının kılınmasının daha efdal olduğunu yazmıştır.
2- İki rekât namazı her rekâtta Hamd'dan sonra yedi defa İhlas suresini okuyarak kılmak. Namazın ardından da yetmiş defa: "Esteğfirullahe ve Etûbu İleyh" söyleyerek Allah'tan mağfiret dilemek ve tevbe etmek. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadiste şöyle buyurmaktadır. "Kim bu ameli yaparsa yerinden kalkmadan Allah onu ve anne-babasını bağışlar."
3- Bir amel de şudur: Kur'ân-ı Kerim'i açıp yüzüne tutarak şu duayı okursun:
"Alllahumme innî es'eluke bi-kitabik'el-munzel, vema fih, ve fîh'ismuk'el-ekber, ve esmauk'el-husna, vema yuhafu ve yurca, en tec'alenî min utegâike min'en-nar."
"Ey Allah! İndirdiğin kitabın ve onda bulunan büyük ismin ve güzel isimlerin hürmetine ve kitabındaki korkutan veya ümit veren (ayetlerin) hürmetine, beni cehennem ateşinden azat ettiğin kimselerden kılmanı dilerim Senden."
Ve bu duanın ardından da hacet ve dileklerinizi Hak Teala'dan istersiniz.
4- Bu gecelerde yapılan bir amel de şöyledir: Kur'ânı alıp başınıza kor ve şöyle dua edersiniz:
"Allahumme bi-haggi haza'l-gur'ân ve bi-haggi men erseltehu bih, ve bi-haggi kulli mu'minin medehtehu fih, ve bi-haggike aleyhim, fela ehede e'rafu bi-haggike mink."
"Allah'ım! Bu Kur'ân'ın ve onu gönderdiğin kimsenin ve onda medhettiğin bütün müminlerin hakkına ve senden başka hiç kimsenin tanıyamayacağı onlar üzerindeki hakkına -senden istiyorum.-
Sonra da:
On defa "Bike ya Allah".
On defa "Bi-Muhammedin".
On defa "Bi-Aliyyin."
On defa "Bi-Fatimete".
On defa "Bil-Haseni".
On defa "Bil-Hüseyni".
On defa "Bi-Aliyyibni'l-Huseyn".
On defa "Bi-Muhammed ibn-i Eliyyin".
On defa "Bi-Ca'fer ibn-i Muhammed".
On defa "Bi-Musa ibn-i Ca'fer".
On defa "Bi-Aliyy ibn-i Musa".
On defa "Bi-Muhammed ibn-i Aliyyin".
On defa "Bi-Aliyyibn-i Muhammed".
On defa "Bil-Hasen ibn-i Aliyyin".
On defa "Bil-Hucceti". söyleyip hacetlerinizi istersiniz. Bu duada önce Allah'u Tealayı, Kur'ân-ı Kerim'e ve O'nun gönderdiği peygamberine (s.a.a) ve Kur'ân'ın medhettiği müminlere sonra da Allah'u Tealayı kendi Mukaddes Zatına ve Ehl-i Beyt'ten olan ondört masum'un her birinin hürmetine ant vererek hacet ve dileklerinizi Hak Teala'dan diliyorsunuz.
5- Bu gecenin bir ameli de imkanı olanlar için İmam Hüseyin'in (a.s) mukaddes türbesini ziyaret etmektir. Uzakta olanlar da uzaktan o hazreti selamlayarak ziyaret edebilirler.
6- Bu üç gecede ihya tutmak (bu geceleri yatmadan sabahlamak) da müstehaptır. Bir hadis-i şerifte şöyle geçer: "Kadir Gecesini ihya tutan kimsenin günahlarını, Allah bağışlar."
7- Her üç gecede de yüz rekât namaz kılmanın çok fazileti vardır. Bu namazlarda her rekâtta Hamd'dan sonra on defa İhlas suresi okunursa daha faziletli olur.

Kadir Gecesinin Fazileti


Merhum Meclisi bu gecelerin en değerli ve faziletli amellerini şöyle sıralamıştır:
İstiğfar etmek, zikir, kendimizin, anne-babamızın akraba ve mümin kardeşlerimizin dünya ve ahiretleri ile ilgili hacetleri istemek, Hz. Muhammed'e (s.a.a) ve Ehl-i Beytine mümkün olduğu kadar selat-u Selâm etmek ve bazı rivayetlere göre Cevşen-i Kebir duasının da bu üç gecede okunması müstehaptır. Bir rivayette ise şöyle geçer: Resulullah'a (s.a.a) Kadir gecesine girdiğimizde (o gecede ) ne isteyelim Hak Teala'dan" diye sorulduğunda, Resuli Ekrem (s.a.a) "afiyet dileyin" buyurdu.

PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU


________________________________________ Peygamberimiz Fil vakasindan 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri agarirken, Mekke'de dogdu.
PEYGAMBERIMIZ DOGDUGUNDA BAZI HADISELER VUKU'A GELDI
Peygamberimiz dogdugunda bazi hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazilarini söyle siralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbegi kesik olarak dogdu. Peygamberimiz dogarken, çocuklarin yere düstükleri gibi düsmeyip ellerini ,yere dayamis basini semaya kaldirmis olarak dogdu.Peygamberimiz dogdugu zaman ,bir yildiz dogmus ve bilginler, bu yildizin dogdugu gece,Ahmed dogmustur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede dogdugunu yakinlarina bildirmislerdir.
Peygamberimiz dogdugu gece Kisranin sarayindan on dört serefe yikildi. Iranlilarin,bin yildan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su basti.Iran Sahi, Araplarin, ülkesini istila edecegini rüyasinda gördü,ve telasa düstü.
PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH
Peygamberimizin babasi Hz. Abdullah Kureys'in ileri gelen delikanlilarindan idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasinda peygamberlik nurunu tasiyordu.Mekkenin bütün genç kizlari onunla evlenmek için can atarlardi.Babasina o kadar itaatliydi ki babasinin izinden hiç çikmazdi.Hatta birinde babasi Abdulmuttalip Allaha dua etmis ve "Allahim eger bana on erkek evladi verirsen onlardan birini senin için kurban edecegim"demis ,on evladi olunca da Allaha verdigi sözü tutmak için oglu Abdullahi kurban etmek istemistir.Oglu Abdullah babasina itiraz etmemis ve boyun egmistir Etraftan yapilan elestirilerle oglunu kurban etmekten vaz geçmis onun yerine 100 Adet Deve kurban etmistir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kisa bir müddet sonra gittigi ticaret kervanindan dönerken yolda hastalandi. Medine'de dayisi Beni Adiy bin. Neccarin yaninda bir ay hasta aldiktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettigi zaman Peygamberimiz henüz Anne karninda alti aylikti.
PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI,
Yeni dogan çocuklari süt anneye vermek; Kureys ve sair Arap esrafinin adeti idi. Bu da; kadinlarin kocalari ile daha iyi mesgul olmalarini ve çocuklarinda ,özellikle ,havasinin güzelligi, rutubetinin azligi ve suyunun tatliligi ile taninan yerlerde yasayan serefli kabileler arasinda, saglam vücutlu,siki etli, cesaretli yetismelerini ve düzgün, pürüzsüz konusmayi ögrenmelerini saglamak içindi.
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yil iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke'ye gelirler,çocuklari alip götürürlerdi.
Peygamber efendimizi(A.S) Ben'i Sa'd b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.
Peygamberimizin Süt kardesleri sunlardir::
Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Seyma bint-i Haris.
Peygamberimizi Yetim oldugu için Arap kadinlari kabul etmemis; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmisti.Peygamberimizi aldiktan sonra Halime ve Ailesinin yasam tarzi bir anda degisti.
Bunlardan bazilarini Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;" 0çinde bulundugumuz kuraklik ve kitlik yilinda hiç bir seyimiz kalmamisti. Ben, kir merkebimin üzerinde idim.Yanimizda, yasli bir devemiz vardi,bize bir damla süt vermiyordu.
Üzerinde bulundugum merkebin agir yürümesi yol arkadaslarimi çileden cikartiyordu.Nihayet Mekke'ye varip emdirilecek oglan çocuklari aramaya basladk. 0çimizden hiç bir kadiin Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdirecegimiz çoçugun babasindan bahisse kavusmayi ve ondan armaganlar almayi bekliyorduk.
Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karsilastim,bana; Ismin nedir ?diye sordu.
Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanimda bir yetim çocugum var onu emzirmek için Beni Sa'd kabilesi kadinlarina teklif ettim öksüz oldugu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,"bana biraz müsaade ette kocama bir danisayim"dedim.
Hemen kocamin yanina döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldim.
Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmis olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayif olan merkebimizi,yolda baska hiç bir binek hayvan geçememege,davarlarimiza inen süt hiç bir davara inmemeye basladi.
Peygamberin Çocuklugu daha degisikti. Daha iki Aylik iken,her tarafa yuvarlanmaya çalisiyordu.Üç Aylik olunca day durmaya çalisiyordu.Dört Aylik olunca, duvara
tutunup yürüyordu.Bes Aylik olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Alti Ayi tamamlayinca, yürümeyi hizlandirmisti.Yedi Aylik iken her tarafa gidebiliyor,kosabiliyordu. Sekiz Aylik iken,konusuyor,konusulani anlayabiliyordu.On Aylik iken Ok atabiliyordu. Iki Yili doldurdugu zaman,oldukça, iri ve gösterisli bir çocuk olmustu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördügümüz hayir ve bereketten dolayi, Yanimizda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.
HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz. Amine Peygamberi de yanina alarak Medine'deki Neccar ogullarindan olan Dayilarini ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamli kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardi. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkinda takindiklari tavirlardan korkmaya basladi Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.
Hz. Amine, Mekke'ye gelirken, yolda hastalanip Evba köyünde durakladi.Basucunda duran Peygamberimizin yüzene bakti.Sonra da söyle hitap etti:
"Ey çekilen dehsetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardimi ile yüz deve karsiliginda kurtulan zatin oglu!Allah, Seni,mübarek ve devamli kilsin! Eger rüyada gördüklerim dogru çikarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafindan,Adem ogullarina helal ve harami bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alikoyacaktir.
Her canli varlik ölecektir. Bende ölecegim.Fakat temelli anilacagim Çünkü, temiz bir ogul dogurmus,arkamda hayirli bir ani birakmis bulunuyorum demistir.
Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiginde 30 yaslarinda idi.
Dünyada,böylece Babasiz ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz birakmadi: Önce dedesi Abdulmuttalibin yaninda, sonra da amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi. Peygamberimiz, sekiz yasina kadar, Dedesi Abdulmuttalibin yaninda,sekiz yasindan sonra da Amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi.
PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureysliler, öteden beri ticaretle ugrasirlardi. Ticaretle ugrasmayanlarin ise,ellerinde hiç bir seyleri bulunmazdi. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabina ticarete baslamadan önce, ticaretle ugrastigi olmustur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortagi idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadigindan,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureysilerden
tuttugu, baska bir zatida, Peygamberimizin yanina katti. Hazreti Hatice yapacagi her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yigit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice'nin ticaret Malini Sam'a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlastilar. Peygamberimizle Kervan halki Sam'a gitmek için yola koyuldular: Sam topraklarindan Busraya vardiklarinda peygamberimiz orada getirdigi bütün mallari çok karli bir sekilde satip alacaklarini aldiktan sonra,Mekke'ye yardimcisi olan Meysele ile birlikte geri döndü.
PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz hazreti Hatice adina ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüs ve yardimcisi Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmisti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyslilerin en soylu kadinlarindan olan hazreti Hatice ile evlendi.
PEYGAMBERIMIZIN ÇOCUKLARI
Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocugu,dört kiz çocugu dogmustur Isimleri söyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Misirli Maria'dan dogan Ibrahim'dir.
KABENIN KUREYSILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadin, Kabe Hareminde buhurdanlikta Öd agaci yaktigi sirada , buhurdanliktan siçrayan bir kivilcimdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutusup tamami ile yanmis, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevseyip çatlamis bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskinlari ilede Kâbenin tabani ve duvarlari da iyice yikilacak duruma gelmisti.
Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarini onarip saglamlastirmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yikmaga kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda mesvere ediyorlardi.
Am bu sirada Rum tüccarlarindan birisine Ait olan insaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu firsat bilen Kureysliler aralarinda yardimlasarak bu batan gemiden Kabe insaasi için gerekli malzemeleri almis oldular.Ve Kâbenin insaatina basladilar.
Hacerül Esved tasi yerine konulacagi zaman kabileler ,birbirleriyle anlasamadilar. Hatta isi okadar ilerlettiler ki aralarinda kavga yapmaya çok az bir zaman kaldi. Kureysiler, Bu is üzerinde, dört veya bes gece durdular. Sonra Kureysin yaslilarindan Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;
Teklifine göre ,mescidin kapisindan giren ilk kisi bu tasi koymak için hakem olacakti. Bütün kavmin ululari bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sirada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureysliler el çirparak El-Emin'in hakemligine raziyiz dediler.
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kisi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymus oldu.
Kaynak: Islam tarihi

KURBAN BAYRAMI


Kurban, kurban bayramı günlerinde ibadet niyetiyle belli hayvanlardan birini keserek yapılan bir ibadettir. Kurban, Allah Tealâ'nın ihsan buyurduğu varlığa bir teşekkürdür.
Kurban ibadeti İslâmiyetten önce de vardı
Cenab-ı Hakk'ın dostu olma şerefiyle şereflenmiş bir peygamber olan İbrahim (a.s.) bir adakta bulunmuş, bir oğlu olduğu takdirde onu Allah'a kurban edeceğini adamıştı. Aradan geçen zaman içerisinde oğulları olmuş ama o, adağını nasılsa unutmuştu. Rüyada oğlunu kurban ediyor görmüş ve irkilmişti. Hz. İbrahim bu rüyayı üç ayrı gece görmüştür. Peygamberlerin rüyası vahiy olduğu gibi onlar tarafından yapılan tabirleri de vahiydir. İbrahim a.s. da rüyasını, oğlunu kurban etmesi gerektiği şeklinde tabir etmiş ve böylece bu tabir de vahiy olmuştur. Artık Hz. İbrahim'in bu vahyi yerine getirmesi gerekiyordu.
Elbette bu çok zordu ama Allah'tan aldığı vahye uymaması daha zordu. İbrahim a.s büyük bir imtihan karşısında olduğunu anladı. Hiç tereddüt etmeden Allah'a teslim oldu ve durumu oğlu İsmail aleyhi's-selâm'a açmaya karar verdi.
Şimdi konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in açıklamalarını dinleyelim: Allah Teala buyuruyor:
"İbrahim 'Ey Rabbim, bana iyilerden (bir oğul) ihsan et' dedi. Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Oğlu yanında koşacak çağa gelince, 'Ey oğlum, ben seni rüyamda boğazladığımı gôrüyorum, bir düşün, ne dersin ?' dedi. (İsmail) Babacığım, sana ne emrolunuyorsa yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.' dedi. Her ikisi de Allah'a teslim oldular (Allah'ın emrine boyun eğdiler). İbrahim, oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik: 'Ey İbrahim, rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı.' Dedik ve ona (İsmail'e karşılık ) büyük bir kurbanlık fidye verdik. Kendisine sonradan gelenler için de iyi bir nam bıraktık. Selam olsun İbrahim'e. İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Çünkü 0, bizim mümin kullarımızdandır." (1) Görülüyor ki, Kur'an da Hz. İbrahim'in gördüğü rüyanın vahiy olduğunu teyit etmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak kendisine seslenirken: "Ey İbrahim, gördüğün rüyaya gerçekten sadakat gösterdin." buyurmuştur.
İbrahim a.s, Allah'ın emrine boyun eğerek oğlunu kurban etmek üzere şakağı üzerine yatırınca Cenab-ı Hak, İsmail'in yerine bir koyun kurban etmesini emretmiştir. Bu, Allah'ın insanlığa büyük bir lütfudur. Allah, insanları Hz. İbrahim'in aracılığı ile insanı kurban etmekten korumuş olmasaydı muhtemelen insanlar, insan kurban etme, gibi korkunç bir geleneğe sahip olabilirdi ve insanları bu korkunç gelenekten kimse de kurtaramazdı.
İbrahim a.s oğlu yerine Cenâb-ı Hakk'ın kendisine gönderdiği koçu kurban etmiştir. Böylece kurban Hz. İbrahim'den sünnet olarak bize intikal etmiştir.
Kurban, insanın Allah'a yaklaşmasına ve O'nun rızasını kazanmasına vesile olan bir ibadettir.
"Kurban"kelimesinde bu mana vardır. İnsan kurban kesmekle İbrahim (a.s.) gibi Allah'a ve O'nun emirlerine bağlılığını, gerekirse O'nun rızasını kazanmak için her fedakârlığa katlanacağını göstermiş olur.
Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her şeyde esas olan iyi niyettir. Kurbanda da böyledir, iyi niyet ve ihlas esastır. Bakınız, bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Onların (kurbanların ) ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır.'' (2) Esasen Allah Teâla ancak takva sahiplerinin yapmış oldukları ibadetleri kabul eder. Maide suresindeki şu ayet-i kerimeler bu konuyu bir örnek vererek açıklıyor. Allah Tealâ buyuruyor.
"(Ey Muhammed) Onlara Adem'in iki oğlu ile ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti (Kurbanı kabul edilmeyen ötekine). -Seni öldüreceğim, demişti. Diğeri ise : - Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder, dedi ve devam etti : "Allah'a yemin ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.'' dedi. (3)
Görülüyor ki, kurban kesenlerden biri iyi niyeti ve Allah'tan korkması sebebiyle sunduğu kurban kabul görmüş, diğeri ise kötü niyeti sebebiyle kurbanı kabul edilmemiştir.
Sevgili Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurmuştur : "Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur.''(4)
Kurban, İslâm'daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın bir başka örneğidir. Her gün dünyada sayısız hayvan kesilir ve bundan çoğunlukla varlıklı kimseler yararlanır. Halbuki kurban bayramında kesilen kurbanlardan daha çok yoksullar ve hayır kurumları istifade eder.
Kurban Bir İbadet midir Yoksa Gelenek midir?
Kurban bir gelenek değil, kitap ve sünnetle meşrûiyeti sabit olan bir ibadettir. Kurban da zekat gibi Hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Kurbanlık deve ve sığırlar, Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O halde onları ön ayaklarından biri bağlı olduğu halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit onların etlerinden yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin emrinize verdik ki, şükredesiniz."(5)
Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Ademoğlu kurban bayramı günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmamıştır. Şüphesiz ki o kesilen kurban kıyamet günü boynuzları ve kılları ile gelir. Hiç şüphe yok ki, kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında kabul görür. Öyle ise gönüllerinizi kurban ile hoş edin."(6)
Peygamberimiz kurbanı tavsiye ederlerken kendileri bizzat kurban keserek de örnek olmuşlardır. Müslim'in rivayetine göre Enes (r.a.) şöyle demiştir : "Allah'ın Resûlü, beyaz renkli iki koç kurban ederdi." (7)
Kurbanın Hükmü
İslâm alim ve müçtehitleri kurbanın hükmü hakkında farklı içtihatlarda bulunmuşlardır.
İmam Azam Ebû Hanife'ye göre kurban vaciptir. Delili de:"Rabbin için namaz kıl ve kurban kes"(8) âyet-i kerimesinin delâletiyle peygamberimizin : "Kimin hali vakti yerinde olur da kurban kesmezse namazgahımıza yaklaşmasın."(9) Hadisindeki vaid (korkutma) dır. Böyle bir korkutma ancak vacip olan bir ibadetin terki için yapılır. Yani İmam Azam demek istiyor ki, kurban vacip olmasaydı peygamberimiz onu terkedene böyle bir tehditte bulunmazdı.
Şâfiî, Mâliki ve Hanbelîler ile Hanefîlerden İmam Ebû Yusuf'a göre ise kurban vacip değil, sünnet-i müekkededir.(10) Kurbanın sünnet olduğunu söyleyenlerin dayandıkları delillerin bir kısmı aşağıdaki hadis-i şeriflerdir: Ümmü Seleme (r.a.)' den rivayete göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Bilinen on gün girdiği vakit elinde kurbanı olup kurban kesmek isteyen kimse (bedeninden) asla bir kıl almasın, tek bir tırnak kesmesin."(11) Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz kurbanı kişinin isteğine bırakmıştır. Bu ise onun vacip olmadığını gösterir. Bir başka hadis-i şerif ise meâlen şöyledir: "Üç şey vardır, bunlar bana farz, size nafiledir. Onlar da vitir, kurban ve kuşluk namazıdır."(12)
Kurbanın hükmü (yani vacip mi sünnet mi olduğu) hakkındaki bu farklı görüş ve içtihatlar sebebiyle; bir kimsenin zekât, hac, sadaka-i fıtır, ve kurban borcu olduğu halde vefat edip bu borçlarının ödenmesi için malının üçte birini vasiyet etse (ki ancak malının üçte birini vasiyet etmeye mezundur) malının üçte biri yeterse borçlarının tamamı ödenir. Malının üçte biri borçlarını ödemeye yetmediği takdirde önce zekât borcu ödenir. Çünkü borçların içerisinden önemli olanı zekâttır. Bu borcu ödendikten sonra malı artarsa haccı yaptırılır. Bundan sonra sadaka-i fıtır borcu ödenir. Daha sonra da malı kalırsa kurban borcu ödenir.
Kurban Kimlere Borçtur?
Kurban, mukim olan ve sadaka-i fıtır nisabına malik olan her kadın ve erkek müslümana vaciptir. Bu tariften şu anlaşılıyor: Müslüman olmayan, seferde bulunan müslümana ve fakir olana kurban vacip değildir.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer seferde bulunduklarında kurban kesmemişlerdir. Şayet seferde olan kimse kurban kesmek isterse, kurban kendisine vacip olduğu için değil, nafile olarak kesebilir, kesmediği takdirde sorumlu olmaz.
İmam Azam Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'a göre kurbanın vacip olmasında akıl ve erginlik çağına gelmiş olma şart değildir. Yani zengin olan çocuğun ve delinin mallarından babaları veya vasileri kurban keserler. Bu kurbanlardan sadece kendileri yiyebilir, başkaları yiyemez. İm
am Muhammed ile İmam Züfer'e göre kurbanın vacip olması için akı1 ve erginlik çağına gelmiş olma şarttır. Bu itibarla zengin olan çocuklarla deli olanların mallarından kurban kesilmez. (13) Fetvâ da bu görüşe göredir, yani zengin de olsalar çocuklarla delilerin kurban kesmesi gerekmez. (14)
Zenginliğin Ölçüsü
Herhangi mali bir ibadetin borç olması için ön görülen zenginlik ölçüsü 'Nisap' kelimesi ile ifade edilmektedir. Kurban nisabı, kişinin temel ihtiyaçları olan oturacak evi, evinin yeter derecede eşyası, binek için olan hayvanı, üç kat elbisesi, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık nafakalarından ve borcundan fazla 80, 18 gr. altın veya bunun kıymeti para ve eşyaya malik olan kimse kurban kesecek kadar zengin demektir. Bu kimseye yılda bir defa kurban günlerinde kurban kesmek vacip olur. Bu ölçü aynı zamanda zekat için de geçerlidir. Ancak zekat nisabında malının artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmiş bulunması şarttır. Kurban nisabında bunlar aranmaz. Kurban kesme günlerinde zengin olan kimseye kurban kesmek vacip olur.
Hangi Hayvanlar Kurban Edilir?
Kurban edilecek hayvanlar; koyun, keçi, deve, sığır ve mandadır.
Bu hayvanlardan devenin 5, sığır ile mandanın 2 ve koyun ile keçinin 1 yaşını doldurmuş olmaları gerekir. Ancak koyunlar altı ayı tamamladıkları halde bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olurlarsa bunlar da kurban edilebilir.
Bir koyun veya keçiyi ancak bir kişi kurban edebilir. Fakat sığır, manda ve deve yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban edilebilir. Ortakların tek veya çift olmalarında bir sakınca yoktur.
Ortakların hepsi ibadet niyetiyle katılmak durumundadır. Meselâ ortaklardan biri vacip olan kurbanı, diğeri adak kurbanı, bir diğeri de nafile kurbanı niyet edebilir. Çünkü hepsinin niyeti ibadettir. Fakat ortaklardan biri her hangi bir ibadet değil de et kasdiyle katılmış olsa bu sahih olmaz, diğerleri de niyet etmiş oldukları kurbanı kesmiş, sayılmazlar.
Hangi Ayıplar Hayvanın Kurban Olmasına Mani Olur?
Bilindiği üzere kurban bir ibadettir. Bunun için kurbanlık hayvanların kusursuz olmaları esastır. Her kusur olmasa da bazı kusurlar kurbana manidir. Bu kusurlar kısaca şunlardır: -İki veya bir gözü kör olan, -Aşırı derecede zayıf olan, -Kesim yerine yürüyerek gidemeyecek derecede aksak olan, -Kulağının, kuyruğunun veya tenasül organının üçte birinden fazlası gitmiş olan, -Dişlerinin yarıdan fazlası düşmüş olan,
-Doğuştan kulağı ve tenasül organı olmayan,
-Koyun ve keçide bir, sığırda iki memesi kurumuş olan,
-Burnu kesilmiş olan,
-Dilinin çoğu kesilmiş olan,
-Ölüm derecesinde hasta olan.
Böyle kusuru olan hayvanları kurban etmek câiz değildir. Bunun için kurbanlık satın alınırken kusurlu olup olmadığına dikkat etmek gerekir. Kurban, bayram namazı kılınan yerlerde namazdan sonra olmak üzere bayramın ilk üç günüdür. (Şafiîlerde dördüncü günü de olabilir.) Arefe günü veya bayramın ilk üç gününden sonra kurban kesmek, kurban olmaz. Peygamberimiz buyuruyor : "Bu günümüzde yapacağımız ilk şey bayram namazı kılmaktır. Sonra evlerinize dönüp kurban kesmek olacaktır. Her kim böyle yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur. Kim önce kurban keserse o da ancak ailesine bir et sunmuş olur, bu kestiği kurban olmaz.''(15)
Kurbanın Bedelini Yoksullara Vermekle Kurban Kesilmiş Olur mu?
Bazı kimseler hemen her yı1 kurban bayramında bu soruyu sorarlar: Hayvanı kesmeden canlı olarak veya bedelini yoksullara vermekle kurban kesilmiş olur mu? Kurbanın rüknü, kurban edilmesi câiz olan hayvanlardan birini kesmek olduğundan, hayvanı kesmeden canlı olarak veya bedelini yoksula vermekle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz, bu ancak sadaka olur.
Yalnız kurban kendisine vacip olan kimse satın aldığı kurbanı her hangi bir sebeble kurban günlerinde kesmez veya hiç kurban satın almaz ise kurban günleri geçtikten sonra, bu kimse kurbanlık hayvanının kıymetini fakirlere sadaka olarak verir. Satın alıp kesmediği kurbanını ise canlı olarak fakire verir. Kurban günleri geçtikten sonra daha önce satın alınmış kurbanlık artık kesilmez.
Kurbanı kesebiliyorsa kendisi keser. Çünkü bu bir ibadettir. Onu, kişinin kendisinin yapması, başkasına vekâlet vermesinden daha faziletli ve sevaptır. Peygamberimiz vedâ haccında yüz deve kurban etmiş, bunların altmış üç tanesini bizzat kendileri kesmiş, kalanlarını da Hz. Ali'ye vekâlet vererek kestirmiştir.(16) Şayet kendisi kesemiyorsa o takdirde ehil olan birisine vekâlet vermek suretiyle kestirir ve kendisi de orada hazır bulunur. Peygamberimiz kızı Hz. Fâtıma'ya : "Kurbanın kesilirken orada hazır bulun. Zira işlemiş olduğun her günah, kurbanın kanından ilk damlası yere düştüğünde, bağışlanır" (17) buyurmuştur.
Az önce de söylediğimiz gibi, kesebiliyorsa kendisi, kesemiyorsa ehil olan birisine kestirmelidir. Hayvan kesmede ehil olmayan yani bunu beceremeyen kimseler, hayvana eziyet ederler ki, bu haramdır, günahtır. Bir ibadet yapılırken günah işlenmez. Hemen her yıl kurban bayramı günlerinde televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler, seyredenlere büyük rahatsızlık vermektedir. Bu görüntülerin ortadan kalkması, kurbanların ehil olan kimseler tarafından kesilmesine bağlıdır. Ehil kimse bulamayanlar kurbanlarını mezbahalarda kestirmelidirler.
Yurtdışında bulunanlardan kurbanlarını memleketlerinde kestirmek isteyenler, bir tanıdıklarına vekâlet vermek suretiyle kurbanlarını kestirebilirler. Böyle yaptıkları takdirde hem kurbanları kesilmiş, hem de daha iyi değerlendirilmiş olur.
Kurban Nasıl Kesilir?
Hayvan incitilmeden kesilecek yere götürülür. Devenin dışındakiler kıbleye karşı sol tarafları üzerine yavaşça yatırılır. Kolaylık olması için üç ayağı da bağlanır. Sonra kesecek olan: "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ İlâhe illallahü vellahü ekber, Allahü ekber ve Lillahilhamd. Bismillâhi Allahü ekber'' der, ara vermeden büyük ve keskin bir bıçakla keser. Sadece "Bismillâhi Allahü ekber'' diye kesse de olur. Usulüne göre bir kesim yapmış olmak için, hayvanın yemek ve nefes boruları ile iki şah damarının kesilmesi gerekir. Kurban kesildikten sonra sahibi, Allah rızası için iki rekat namaz kılar, sonra da dua ederek Cenâb-ı Hak'tan dileklerde bulunur.
Kurban Etinin Taksimi
Deve ve sığır gibi hayvanlar ortaklaşa kurban edildiğinde etleri ortaklar arasında tahmini olarak değil, tartılarak taksim edilir. Ancak bir ailenin fertleri için kurban edilen hayvanın etini taksim etmek gerekmez. Bunun gibi ortaklaşa kurban kesenler kurban etini tamamen yoksullara veya bir hayır kurumuna verecek olurlarsa yine kurban etini taksim etmeleri gerekmez.
Kurban etinin hepsini yoksullara sadaka olarak dağıtmak veya kendisi ve çoluk çocuğu için alıkoymak caiz ise de, en uygun olanı, kurban etini üçe taksim edip, birini kurban kesmeyen yoksullara sadaka olarak dağıtmak, bir bölümünü de akraba, tanıdık ve komşulara ikram etmek, birini de kendi çoluk çocuğu ile yemektir.
Kurban etinden müslüman olmayan komşulara da vermek caizdir.
Şayet kurban kesen kimsenin çoluk çocuğu kalabalık ve hali vakti de çok iyi değilse bu takdirde kurban etini sadaka ve hediye olarak dağıtmayıp, tamamını çoluk çocuğu için alıkoyması daha uygun olur. Çünkü kan akıtmakla kurban vecibesi yerine getirilmiştir.
Bayram
Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicretlerinin ikinci yılında meşru kılınmıştır.
Peygamberimiz Medine'ye hicret buyurduklarında Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz: "Bu günler ne oluyor?" diye sorduğunda, onlar "Biz cahiliyette bu günlerde oynayıp eğlenirdik.'' dediler. Bunun üzerine peygamberimiz : "Bunların yerine Allah Teâla size daha hayırlı iki gün verdi: Ramazan bayramı, kurban bayramı" (18) buyurdu. Ramazan bayramı namazı gibi kurban bayramı namazı da vaciptir ve Cuma namazının şartlarına tabidir. Yani Cuma namazını kılmakla yükümlü olanlar, bayram namazını kılmakla da yükümlüdürler. Ancak Cuma namazı farz, bayram namazı ise vaciptir.
Bayram namazı
Güneş doğduktan ve kerahet vakti çıktıktan sonra, öğleye kadar kılınır. Herhangi bir sebeple ilk günü kılınamazsa ertesi günü kılınır. Bayram namazı Cuma namazı gibi ancak cemaatle kılınır. İki rekattır. Şöyle niyet edilir: "Niyet ettim Allah rızası için kurban bayram namazını kılmaya, uydum imama.'' Bundan sonra tekbir alınır. Birinci rekatta "Süphaneke" okunur. Sonra imam açıktan, cemaat tarafından da gizlice üç defa "Allahü ekber" diye tekbir alınır. İlk iki tekbirde eller yukarı kaldırılır, sonra yanlara salıverilir. Üçüncü tekbirin peşinden eller yanlara salıverilmeyip bağlanır. İmam Fatiha ve sure okur; cemaat dinler. Sonra diğer namazlarda olduğu gibi rukû ve secde yapılır. İkinci rekata kalkıldığında imam önce Fatiha ve sûre okur. Sonra birinci rekatta olduğu gibi üç defa tekbir alınır. Her üç tekbirde de eller yukarı kaldırılıp yanlara salıverilir. Dördüncü tekbir ile rukûa gidilir ve secdeler yapılarak oturulur, tehiyyât ve salli barik okunur, sonra selâm verilir.
Bayram Gecesi ve Günlerinde Yapılması Müstehap Olan Şeyler
a) Bayram gecelerini dua ve ibadetle ihya etmek, kaza namazı kılmak, Kur'an okumak ve Allah Teâlâ'dan af ve mağfiret dilemek. Çünkü duaların makbul olduğu gecelerden birisi de bayram geceleridir. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ramazan ve kurban bayramı gecelerini, sevabını umarak ibadetle geçiren kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez."(l9)
b) Bayram sabahı erken kalkarak yıkanıp temizlendikten sonra namaza gitmek.
c) Güzel koku sürünmek.
d) Temiz ve yeni elbise giyinmek.
e) Gücü yetiyorsa namaza yürüyerek gitmek.
f) Güler yüzlü ve sevinçli görünmek.
g) Yoksullara çokça sadaka vermek.
h) Bayram namazına giderken yolda tekbir getirmek.
i) Kurban kesecekse kurban etinden yiyinceye kadar oruç tutuyormuş gibi bir şey yiyip içmemek.
j) Kurban etinden iftar etmek. Çünkü peygamberimiz böyle yaparlardı.
k) Çoluk çocuğuna bolluk göstermek.

Bütün bunlar bayramda yapılması müstehap olan işlerdir.
Bayram günleri sevinç günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü görünmek tavsiye edilmiştir.
Bu itibarla bayramın toplum hayatımızda üstün yeri ve değeri vardır. Bayram günleri toplum şuuru bütünleşir. Toplum fertleri birbirleriyle sevinip kaynaşır. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen insanları bayramlar dinçleştirir ve çalışma azimlerini artırır.
Bu günlerde akraba ve komşularımızla olan ilişkilerimiz kuvvetlenir, birlik ve kardeşliğimiz güçlenir. Bayram sabahı camilerimizi dolduran kalabalıkların hep birlikte ve içtenlikle yüce Allah'a yönelmeleri, O'ndan af ve bağış dilemeleri ayrı bir önem taşır. Çünkü böyle bir amaçla bir araya gelen, aynı iman ve heyecanı taşıyan toplulukları yüce Allah'ın rahmeti kuşatır ve onları affeder.
Bu günlerde annemizin-babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah'a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı "öf" demek dahi yasaklanmıştır. Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selâmlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastahanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerle ve kimsesiz çocuklarla ilgilenip onları okşamalı ve onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız.
Bizden hayır dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek onlara dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de İslâm'ın emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Bütün bunlar, toplumu oluşturan fertleri birbirleriyle kaynaştırarak milli birliğin sağlanmasında ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasında etkili olur. Bu duygularla hepinizin kurban bayramını tebrik ediyor, daha nice bayramlara sağlıkla, huzurla erişmemizi Cenâb-ı Hak'tan diliyorum. Mübarek bayramın ülkemize, İslâm alemine ve bütün insanlığa iyilik ve hayırlar getirmesini diliyorum. Cenâb-ı Hak yaptığımız ibadetleri ve keseceğimiz kurbanları rızasına muvafık eylesin ve bizi kendisine ibadetten ayırmasın. Amin.
1- Saffât, 100-111.
2- Hacc, 37.
3- Maide, 27-28.
4- Buharî, Bedülvahiy, 1.
5- Hacc, 36.
6- Tirmizî, Adâhî, 1; İbn Mâce, Adâhî, 3.
7- Müslim, Adâhî 3, İbn Mâce, Adâhî, 2. 8- Kevser, 2.
9- İbn Mâce, Adâhî, 2.
10- Mebsût, c. 12, s. 8, Neylülevtar, c. 5, s. 126.
11-Müslim, Adâhî, 7.
12- Ahmed b. Hanbel.
13- Bedayiu's-sanayi, Beyrut, 1974, c. 5, s. 64.
14- Reddülmuhtar, c. 5, s. 309.
15- Buhari, Adâhî, 1.
16- Müslim, Hac, 19.
17- Et-Tergib ve't-Terhîb, Beyrut, 1968, c. 2, s. 154.
18- Ebû Davût, Salat, 245.
19- Mecmeu'zevâid, Beyrut, 1967, c. 2, s. 198.

Hac Yolculuğu

Hac yolculuğuna çıkmadan önce yapılması gereken işlemler şunlardır 1- Bütün günahlardan tövbe edilerek Allah’a sığınılmalıdır. 2- Kul hakları ve borçları varsa ödenmelidir. 3- Hac için gerekli olan masraflar helal kazançtan temin edilmelidir. 4- Kendisine yardım edecek ve iyiliği seven salih bir arkadaş edinmelidir. 5- Kendi kendine şunları taahhüt etmelidir: Kesinlikle günah işlememek Hz. Muhammed (s.a.v)’in sünnetine sıkı bir şekilde sarılmak. Haccını Allah için yapmakta samimi, bütün maksadı ve niyeti Allah rızası için olmalıdır. İbadet için vakit ayırmalıdır Kavga, düşmanlık ve münakaşa etmemeli, bedenini bütün Müslümanlara tasadduk etmelidir. Tabiinden biri hacca niyet ettiğinde şöyle demiştir: “Bedenimi bütün Müslümanlara tasadduk ettim.” Bunun anlamı; hac ibadeti esnasında bedenimin maruz kaldığı itilme, vurulma ve benzeri diğer ameller sadakadır. Yolculukta Müstehap Olan Şeyler ve Dualar: Yolcunun aile, akraba ve tanıdıklarına veda etmesi sünnettir. Yolcu, kendini uğurlayanlara şöyle dua eder: [Sizi emanetini kaybetmeyen Allah’a emanet ediyorum. (İstevdeakumu’l-lâhu ellezî lâ tedıy’u vedaiahu.)] Mukim olan yolcuya şöyle dua eder: [Dinini, emanetini ve kalan işlerini Allah’a emanet et, Allah’ın korumasında ve himayesinde ol, Allah takvanı artırsın, günahlarını affetsin ve yöneldiğin her yerde hayra yöneltsin. (İstevdeallahu diynike ve emenetike ve havâtimu amelike fî hıfzillahi ve kenfihi nuzevvideke’l-lâhu et-tegvâ ve ğufira zenbike ve vechike lilhayri haysümâ teveccihetü.)] Yola çıkmadan önce iki rekat yolculuk namazı kılması müstehap olur. Birinci rekatta Fatihadan sonra Kafirun suresi, ikinci rekatta da yine Fatihadan sonra İhlas suresi okunur. Namazı tamamladıktan sonra ise Ayetel Kürsi okunur. Evinden çıkarken şöyle dua eder: [Allah’ın adı ile Allah’a tevekkül ettim. Allahım! Delalete düşmekten veya düşürülmekten, ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cahillik (saygısızlık) etmekten veya saygısızlığa uğramaktan sana sığınırım. (Bismillahi tevekkeltü alallahi lâ havle velâ kuvvete illa billah. Allahumme inni eûzubike en adılle ev udılle ev ezille ev uzille ev azlime ev uzlime ve echele ev yuchele alayye)] Arabaya bindiği zaman üç defa [Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber] diyerek tekbir getirdikten sonra da şu duayı okur: [Bu binekleri bizlere tahsis eden Allah her şeyden münezzehtir. Eğer Allah bunları bizim hizmetimize vermeseydi, bizler buna güç yetiremezdik. Şüphesiz en sonunda da dönüş Rabbimize’dir. Allahım! Bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır ve uzağını yakın eyle. Allahım! Seferde yoldaşım, malımın ve ailemin halifesi Sen’sin. Allahım! Yolculuğun meşakkatinden, kötü görünümden, malıma ve aileme kötü bir dönüşle dönmekten Sana sığınırım. (Subhanellezi sehhare lenâ hâzâ vema kunnâ lehu mukarriniyne ve inna ila rabbinâ lemungalibun. Allahumme hevvin aleyna seferuna hâzâ ve atvi’ anna bu’dehu. Allahumme ente sahib fissefer ve haliyfe filmâl ve el-ehl. Allahumme innî euzubike min viasâe es-sefer ve kâabbetu’l-manzar ve suul mungaleb filmâl ve el-ehl)] Daha sonra Ayete’l-Kürsi, İhlas, Felak ve Nas sureleri okunur. Yukarı | Ana Sayfa : Hac Hakkında : Hac Yolculuğu : Hac Ibadeti : Medine Ziyareti : Dönüş Yolculuğu : Kadın Haccı : Tavsiyeler : Fotoğraflar : Site Hakkında | By: Castalia İ Copyright

Müslümanların hakları ve görevleri

Bir müslümanın diğer müslüman üzerindeki hakları nelerdir? Müslüman, diğer müslüman kardeşini en az kendisi kadar düşünür. Kendisine yapılmasını uygun görmediği şeylerin başkalarına da yapılmamasını ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kendisi için sevdiğini, din kardeşi için sevmeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari] Müslüman, başkalarına güzel öğüt verir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Siz, din kardeşinizin aynasısınız. Onda gördüğünüz lekeyi siliniz!) [Ebu Davud] Müslüman, herkesin gönlünü hoş etmeye, üzüntüsünü gidermeye çalışır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir mümini sevindireni, Allahü teâlâ kıyamet günü sevindirir.) [İbni Mübarek] (Bir kimsenin üzüntü ve sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ yetmiş üç defa mağfiret eder.) [Harâiti] (Allah indinde en makbul amel, bir mümini sevindirmek, kederini gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.) [Beyheki] (Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim] Müslüman, baştan sona faydalı kimse demektir. O halde, diğer müslümanlara elinden gelen yardımı yapmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Şu iki şeyden daha kötüsü yoktur: Allah’a şirk koşmak ve Onun kullarına zararlı olmak. Şu iki hasletten de daha üstünü yoktur: Allah’a iman etmek ve Onun kullarına faydalı olmak.) [Deylemi] (Din kardeşinin işini bir müddet takip eden kimse, o işi görsün veya göremesin, iki aylık itikaftan daha çok sevap alır.) [Hakim] Peygamber efendimiz, (Mazlum da, zalim de olsa din kardeşinize yardım ediniz) buyurunca, (Ya Resulallah zalime nasıl yardım ederiz?) dediler. Cevabında buyurdu ki: (Onun zulmüne mani olmak suretiyle yardım etmiş olursunuz.) [Buhari] Bir kimse, müslümanlara her gün dua ederse, makbul insan olur. Namaz kılan mümin tehiyyatta salih kullara dua etmektedir. Onun için namaz kılmayan kimse, müminleri bu duadan mahrum bırakmaktadır. Aksırınca Elhamdülillah demeli, bunu duyan müslüman da, Yerhamükellah yani (Allah sana rahmet etsin) demelidir! Üçüncü biri varsa Yehdina ve yehdikümullah demelidir! Üçüncü bir kimse yoksa, aksıran cevap olarak aynı şeyi söylemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Aksırınca "Elhamdülillah" diyen göz ağrısı görmez.) [Taberani] İnsanların haklı işlerinde vasıta olmak, onlara yardım etmek, imkan nispetinde ihtiyaçlarını görmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İnsanlardan bana gelip ihtiyaç talebinde bulunanlar oluyor. O anda yanımda bulunanlar, onlara yardım etmeli ki, ecir kazansınlar. Allahü teâlâ, sevdiği şeyi peygamberlerin eli ile verir.) [Müslim] (İhtiyaçları için bana gelenlere, siz de yardımcı olun! Ben yapmayı murad ettiğim şeyleri, sizlerin vasıta olup, ecir kazanmanız için biraz geciktiririm.) [Nesai] (Dil ile yapılan yardımdan daha faziletli bir sadaka olamaz. Aracı olmak sayesinde kan davası önlenir, menfaat sağlanır ve zararın önüne geçilmiş olur.) [Harâiti] Müslümanlara yapılacak iyiliklerin en büyüklerinden birisi de selam vermektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız. Size bir amel bildireyim onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız!) [Müslim] (Abdeste devam et ve güzel abdest al ki, ömrün uzasın. Karşılaştığın herkese selam ver ki, hasenatın çoğalsın! Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!) [Harâiti] Selam vermek sünnet, almak farzdır. Selam almayan müslümana melekler çok hayret eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Selam verip müsafeha eden iki müslümanın arasına yüz rahmet iner. Bunun doksanı, önce selam verip elini uzatana, onu ise ötekine verilir.) [Bezzar] Bir kimse selamsız, izinsiz girince, Resul-i ekrem efendimiz buyurdu ki: (Geri dön, selam ver, sonra içeri gir.) [Ebu Davud] Dünyadaki Müslümanlara dua etmek Bütün dünyadaki Müslümanlar bir ailenin fertleri gibidir. Hatta hepsi bir vücut sayılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buhari] Müslümanlar dünyanın çeşitli yerlerinde [mesela Bosna’da, Afganistan’da, Afrika’da, Çeçenistan’da, Irak’ta] zulme uğruyor. Diğer Müslümanların bunlara, güçlerinin yettiği ölçüde yardım etmesi, herhangi bir yardımda bulunamayanın da, dua etmesi farz olur. Dünyanın öteki ucundaki bir Müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim] Yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, canını, malını savunacak ve başka ihtiyaçları için Müslümanlara yardım etmek, hem vazife, hem de çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir Müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allah affeder.) [Buhari] (Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu ibadet etmiş gibi sevap kazanır.) [Buhari] (Din kardeşini savunan Müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.) [Taberani] (Bir mümini, bir münafığın zulmünden koruyan, Cehennem ateşinden korunur.) [Ebu Davud] (En kıymetli amel, bir müminin sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmak suretiyle onu sevindirmektir.) [Taberani] (Din kardeşinin aleyhinde konuşulurken, onu savunmaya gücü yeterken, susanı, Allahü teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İbni Ebiddünya] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: (İşte bugün, her Müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp, İslamiyet baskı altına düşerse, yardımı esirgeyen her Müslüman, ahirette mesul olur. Bunun için kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslamiyet’e ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. "İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır" buyuruldu.) [1/47] (Bugün İslamiyet’e yardım için az bir şey vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetlidir. Hangi talihliye, bu büyük nimet ihsan edilirse, ona müjdeler olsun! Dinin yayılmasına hizmet eden, cihad sevabına kavuşur. Hele bu zamanda Müslümanlara yardım etmek daha güzel, daha sevaptır.) [1/193] (Dua ordusunun askerlerinin kalbleri kırık olduğu için savaş ordusunun askerlerinden daha ileridir. Dua ordusunun askerleri, gaza ordusunun askerleri, onların bedenleridir. O halde, gaza ordusunun askeri, dua ordusu olmadıkça, iş başaramaz. Çünkü ruhsuz bedene hiçbir yardımın faydası olmaz.) [3/47] Eğer bir Müslüman, diğer Müslümanlara eli ile, malı ile yardım edemiyorsa, dua ederek yardım etmelidir! Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: (Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkından biri, ona gıyabında dua etmektir.) [Deylemi] Hiçbir yardım yapamayan dua etmelidir. Duanın belli bir zaman ve saati yoktur. Hemen edilmelidir. Müslümanın görevleri: Üç çeşit görevi vardır: 1- Şahsi görevi: Her Müslüman, kendini iyi yetiştirmesi, sıhhatli, edepli, iyi huylu olması, ibadetlerini yapması, ilim ve güzel ahlak öğrenmesi, helal lokma kazanmak için çalışması şahsi görevidir. 2- Aile içindeki görevi: Eşine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yerine getirmesi aile içindeki görevlerindendir. 3- Toplumdaki görevi: Komşularına, hocalarına, öğrencilerine, ailesine, emrinde olanlara, hükümete ve devlete, bütün vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı görevleridir. Herkese iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hıyanet etmemesi, herkese faydalı olması, devlete, kanunlara karşı isyan etmemesi, herkesin hakkını ödemesi toplumdaki görevlerindendir

RAMAZAN MÜJDESİ

Ramazan Müjdesi Ramazan'ın ilk günü ile birlikte nur ve feyiz dolu bir mevsimi yaşamaya başlarız. Kâinat şenlenir, dünya Cennetten süzülen nurânî bir hava ile dolup taşar.. Ulvi âlemlerin masum ve mübarek sakinleri öbek öbek mü'minlerin çevresini sarar. Rahmet ülkesinden müjdeler, kâinatın Rabbinden selâmlar ve mağfiret ümitleri getirir, Ramazan ayı... Mukaddes kelâmın nazil oluşunun yıldönümünü mü'minlerle birlikte cinler, melekler; ağacı, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, denizi ve deryasıyla yaşlı dünyamız da kutlar. Görünen ve görünmeyen âlemlerde tam manâsıyla bir bayram havası yaşanır. Bu ayın Cenâb-ı Hak katında müstesna bir yeri vardır. Yüce Rabbimiz kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş tecellilerini bu aya tahsis eder. Başta Kur'ân-ı Kerim olmak üzere! Tevrat, Zebur ve İncil gibi diğer semavî kitapların da bu ayda indirilmiş olması, bu günlerin kıymet ve kudsiyetini artıran diğer bir husustur. Mü'minlere İlâhî bir ihsan olarak bu günleri birer güzel fırsat bilerek değerlendirme, Rablerine olan kulluk derecelerini gösterme, Ona muhatap olabilme gayreti içine girerek tam bir ihlâs ve şuurla ibadet ve taate koşarlar. Bu gayretin neticesi elbette karşılıksız kalmayacaktır. Oruç tutup, Ramazan ayını bir kulluk şuuru içinde geçirenler tatlı bir ânı yaşadıkları, huzura erdikleri gibi pekçok nimete de mazhar olurlar. Ubâde bin Samit anlatıyor: Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu: "İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah'ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah'a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah'ın rahmetinden nasibini alamayandır."(1) Ramazan her yönüyle bir ibadet mevsimidir. Her mü'min namazı, orucu, iyilikleri hizmetleri ve duâsıyla bu rahmet ve bereketten nasibini almaya çalışır. Bilerek veya bilmeyerek yapmış olduğu günahları için Allah'tan af diler. Rabbine niyazda bulunur. Cenâb-ı Hak da kulunun bu samimi dua ve niyazını karşılıksız bırakmaz, günahlarını affeder, rahmetine garkeder. Ramazan ayının kudsiyet ve bereketini bildiren şu hadis-i şerifi birlikte okuyalım. Peygamber Efendimiz geniş anlamda bu hususu dikkatimize vermektedir. Selmân-ı Fârisî (r.a.) anlatıyor: Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Şaban ayının son günlerinde bize irad ettiği bir hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınızın üstüne düştü. Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazı meşru kıldı. Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan, başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır. Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer. Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır. Bu ay mü'minlerin rızkını arttıracak aydır. Bu ayda her kim oruçlu bir mü'mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur." Ashâb-ı Kiramdan bazıları, "Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz" dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mü'mine iftar ettirene de verir" buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler: "Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur. Bu ayda kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse, Allah da onu affeder ve Cehennemden uzak tutar. Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasleti fazlasıyla bulundurmaya çalışınız. Bu dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisinden ise hiçbir zaman ayrı kalamazsınız. Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, kelime-i şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah'tan mağfiret dilemenizdir. Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah'tan Cenneti istemek, diğeri de Cehennemden Allah'a sığınmaktır. Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.(2) Kaynaklar: (1) et-Tergib ve't-Terhîb, 2:99. (2) A.g.e, 2:94. Mehmet Paksu, Mübarek Aylar, Günler ve Geceler

BERAT KANDİLİ

Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur'anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır. ( Said Nursî Şualar: 505) Hadislerle Berat Kandili - Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuşlardı: “Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır”. Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz. Şaban ayının önemli özelliklerinden biri Beraat gecesi gibi müstesna bir gecenin bu ayın içinde bulunmasıdır. Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur: —“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi: —“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum. —“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı: —“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz. Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: "Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış. Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: "Ne mutlu bu gece rüku edenlere. İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Bu gece secde edenlere ne mutlu". Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece dua edenlere ne mutlu." Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: -"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu". Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu." Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Müslümanlara ne mutlu." Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın. Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum: "Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak? Şöyle dedi: "Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder." - Hz. Ayşe Radıyallahu Anha anlatıyor: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır. Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur. Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir. Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar. Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle: "O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur." Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir? Yıllık kader programı İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir: Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir. Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir. Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir. Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir. Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1 Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2 Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir: Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir. Berat Gecesinin özellikleri Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi." "Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir. "Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir. Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3 Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır. 1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması. 2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması. 3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması. 4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması. 5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması. Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka... Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4 Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir. "Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir: "İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim. "Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim. "Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."s Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır. Bu gece af dışı kalanlar Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir: "Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7 "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8 Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı: "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."5 Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7 "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8 Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhis-salâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı: "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9 İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir. Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10 Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez. Berat Gecesi ibadeti Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, teşbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır. İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10 Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez. İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder. Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır. Berat Gecesi Duası Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir: "Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11 Berat Duası Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır: "Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12 Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim. Berat Gecesi Namazı -I Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur. Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır. Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh'den gelen rivayete göre: "Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: "Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala'nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala'nın mağfiretidir. Berat Gecesi Namazı -II Berat gecesi kılınan namazlardan biride iki rekat olarak kılınır. Birinci rekatta Fatiha okunduktan sonra kısa bir sure okunarak rükuya gidilir. Rükudan doğrulur ve secdeye gidilir. Secdede uzun sure kalınır, bu konuda belli bir tahdit yoktur, ne kadar dayanabilirsen. İkinci rekatta da aynı şekilde Fatihadan sonra kısa bir sure okunur. İlk rekatta olduğu gibi secdeye gidildiğinde yine uzun sure secdede kalınır. Gücünüzün yettiği kadar. Secdeden kalkılır tahiyatta okunacaklar okunur ve selam verilir. Selam ile birlikte eller dua için alemlerin Rabbine kalkar... Bu namaz hakkında Hz. Aişe Radıyallahu An-hum'a validemiz, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir. -"Ya Aişe, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu bilir misin? Bende -"En iyisini, Allah ve Resulü bilir." Dedim. Şöyle buyurdu: -"Bu gece şaban ayının yarısıdır. Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakka arz edilir. Bu gece cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunları sayısı kadardır. Bu gece bana izin verir misin"? -"Olur" dedim. Kalkıp namaza durdu. Ayakta durması hafif oldu. Fatiha suresini okudu; sonra da küçük bir sure okudu. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekata kaktı. Ayakta iken, birinci rekatta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu secdede dahi, tan yeri ağarıncaya kadar kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, bunun için Yüce Allah ruhunu aldı sandım. Bana gelmesi uzayınca, kendisine yaklaştım. Hatta ayaklarına elimi sürdüm. Hareket ettiğini görünce rahatladım. Secdesinde şöyle dediğini işittim: "Azabından affına sığınırım. Dargınlığından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibi, seni övemem..." Sonra kendisine sordum: "Ya resulullah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bunları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım. Böyle demem üzerine, bana sordu: "Sen onları öğrenebildin mi"? Bu sorusuna karşılık: "Evet" deyince, şöyle buyurdu: "Onları hem sen öğren, hem de başkalarına öğret." Kaynaklar 1 Hülâsâtü'l-Beyân. 13:5251. 2 Şualar, s,426. 3 TDİ."Berat" maddesi. 4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295 5 İbni Mâce, İkame, 191. 7 et-Tergîb ve't-Terhib, 2:118. 8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38. 9 Tirmizî, Savm:39. 10 Şualar, s.426. 11 et-Tergib ve't-Terhîb, 2:.119, 120. 12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597. Mehmet Paksu, Mübarek Aylar, Günler ve Geceler

MİRAC KANDİLİ

MİRAÇ KANDİLİ Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur. Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur'ân'da şöyle anlatılır: “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1) Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle' anlatılır: “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.) Miraç nasıl oldu? Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu. Bir rivayette Hz. İsa'nın doğduğu yer olan Betlaham'a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi. Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Süleyman Çelebi'nin dediği gibi “Aşikâre gördü Rabbü'l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah... Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu. Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü. Sabah olunca Kabe'nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı. Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı: “Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.” Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler. O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı. Peygamberimiz neden mirac’a çıktı? Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır. Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir. Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi'râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür. Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi... Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir? Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?” Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır. Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir. Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır. Bir insan nasıl göklere çıkabilir? Soru: “Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?” Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı? Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı? Soru: "Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?" Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir. Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir. Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir. Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü'1-Me'vâ'nın gövdesi olan Sidretü'l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor. Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi? Soru: "Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?" Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn'dır. Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir? Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir. Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak'a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir. Miraçın benzeri bir olay var mıdır? Soru: "Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?" Miraçın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir. İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor. Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar. Cennette, Cennet ehli mü'minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar. Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü'minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir. Miraçla gelen hediyeler Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü'min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü'minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular. İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor. Mü'minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir. Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir. Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir. Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü'minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi. Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin" dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.) Miraç Gecesi Namazı Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa : “Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” duası okunur. Ardından da yüz kere istiğfar yapılır. Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır. Bu namazın;birinci rekatında Fatiha’ dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur. Kaynaklar: 1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz 2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler 3. Üç Aylar İbadet Rehberi

ÂHİRETHAZIRLIGI

ÂHİRET HAZIRLIGI "(Ey müminler! Âhiret için) azık edinin. Bilin ki, azığın en hayırlısı takvâdır." (Bakara 2 /197) "Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman; insanoğlu yapıp gönderdiklerini ve yapamayıp geride bırakdıklarını bir bir anlar." "Ey İnsan seni yokdan yaradan, düzgün yapılı ve endâmlı kılan, sana ölçülü dengeli davranma imkânı veren (maddî, aklî yapıda seni en üstün kılan) seni dilediği en güzel şekil ve biçimde terkîb eden ihsânı bol Rabbına karşı seni aldatan nedir?" "Evet, gerçek o ki: Israrla dini yalanlıyorsunuz, şunu iyi bilin ki, üzerinizde muhâfızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilir, yazar." "İyiler, muhakkak Cennet içinde olurlar. Kötülerde Cehennem içinde... Onlar en büyük mahkemenin kurulduğu kıyâmet gününde oraya girerler. Onlar hiç bir şekilde ateşten uzak kalamazlar." "Cezâ günü nedir? Bilir misin? Nedir acaba o cezâ günü, hiç kimsenin başkasına hiç bir hususda fayda ya da zarar vermeğe mâlik olmadığı gündür; o gün, emir Allâh'ındır." (infitar 1-19) "Onlardan birine ölüm gelince, "yâ Rab! Beni dünyaya döndür de bırakdığım amellere mukâbil iyi işler yapayım" der. Hayır, hayır! Bu onun diline doladığı bir sözdür. Haşrolunacakları güne kadar onların arkalarında berzâh vardır -dönemezler-. Sûr üfürülünce, o günde aralarında nesebler kalmaz. Birbirlerinin hallerini araşdırıp soramazlar. Her kimin mizânı ağır gelirse, işte onlar, felâh bulmuşlardır. Her kimin mîzânı (tartısı) hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyâna uğratmışlardır. Cehennemde dâim kalırlar. Bunların yüzlerini ateş yalar da sırıtır, dururlar. Onlara, ĞBenim âyetlerim size okunurdu da onları yalanlar dururdunuz.ğ denir, onlar da derler ki "Ey Rabbımız! Şakâvetimiz -bedbahtlığımız- galebe etdi de sapkın bir kavim olduk. Ey Rabbımız! Bizi buradan çıkar; eğer tekrar evvelki hâlimize -küfre-dönersek kendimize zulm etmiş oluruz. Allâh buyurur ki; orada zelil ve hakir bir halde susunuz; bir şey demeyiniz. Çünkü kullarımdan bir tâife, ĞEy Rabbımız! İmân etdik, bizi yarlığa ve bize acı. Sen merhamet edenlerin hayırlısı-sınğ dedikleri halde siz onları, o derece alaya aldınız ki, onlar size benim zikrimi unutturdular. Onlara gülerdiniz. Sabretdiklerin-den dolayı bugün onları mükafatlandırdım. Onlar muradlarına ermişlerdir. " (Mü'minûn 99-111) Allâh rahmet etsin İbrâhim Teymî şöyle der: -Mümin olup da hüzünlenmeyen ve korku içinde bulunmayan birisinin Cennet ehlinden olmamasından endişe edilir. Zîrâ ehl-i Cennet, Cennete girince şöyle derler: "Biz bundan önce dünyada, ailelerimiz içinde âkıbetimizden korkanlardık." (Tûr, 26) (Altınoluk Sohbetleri-2 s: 76) "Hakim -kuddîse sirrûh- buyurur ki: -Şu üç şeyden başka bir şeye ihtimâm gösteren veya o üç şeyden başka bir şey için kederlenen kişi, hüznü de sürûru da bilmiyor demektir. Bunlardan biri: Ömrünün imânlı olarak son bulup bulmayacağı husûsunda kederlenmek ve endişelenmekdir. Kişi bu hususda kederlenmeli, endişelenmeli ve bu dünyadan imânlı göçebilmek için her türlü gayret ve ihtimâmı göstermelidir. İkincisi; Allâh'ın emirlerini tam olarak yerine getirip getirmediği husûsunda kederlenip endişelenmektir. Kişi bu hususlarda kederlenmeli, endişelenmeli. Ve Allâh'ın emirlerini tam olarak yerine getirebilmek için, her türlü ihtimâm ve gayreti göstermelidir. Üçüncüsü: Hasımlarından yakasını kurtarıb kurtaramayacağı husûsunda kederlenip endişelenmektir." (Altınoluk Sohbetleri-2, s: 71) Rasûl-i Ekrem Efendimiz: -Yâ Ebâ Zer! Yolculuğa çıkdığın vakit azık alır mısın? buyurdu. Ebû Zer -radıyallâhu anh-: -Evet alırım, Yâ Rasûlâllâh! dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu: -Dünya yolculuğuna azıksız çıkmazsın, ya âhiret yolculuğu için ne yaparsın? Kıyâmet günü faydalanacağın azığı sana bildireyim mi? Ebû Zer -radıyallâhu anh-: -Bildir ya Rasûlâllâh.. Rasûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular: -Kıyâmetin dehşeti için sıcak günlerde oruç tut, kabrin vahşeti için gece namazı kıl, önümüzdeki büyük hâdiseler içinde hac et, yoksullara yardımda bulun ve kötü söz söyleme."(Altınoluk Sohbetleri-2, s: 91) "(Ey müminler! Âhiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır." (Bakara 2/197) Yusuf Demireşik Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, hislerinin müminler arasında alabildiğine canlandığı güzel günlerden biridir. O günde yardımlaşma ve kaynaşma son sınırına varır. Bayram insanları kaynaştırıp bir araya getiren en güzel vesilelerden biridir. Öyle ki, bayramda şahlanan yardımlaşma ve hediyeleşme ruhu yalnızca hayatta olanlara bağlı kalmaz, Aramızdan ayrılıp ahrete göç eyleyen kabirlerinde bir Fatiha bekleyenlere kadar uzanır. Onların bu dileğini yerine getirmek için müminler bayramda kabirleri ziyaret ederler; ruhlarına Yasinler, Fatihalar ve dualar okuyarak onları da sevindirirler. Ramazan Bayramının müminler arasında ayrı bir yeri vardır. Çünkü Ramazan Bayramı, her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, tutulan bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bir ay gibi uzun bir süreyle, özellikle Ramazan'ın yaz mevsimine denk geldiğinde sıcak günlerde nefislerine oruç tutturan müminler, sabır imtihanını vererek manevi sorumluluktan kurtulmanın sevincini Ramazan Bayramında yaşama imkânına kavuşurlar.


Salarkolu’dan ve salarkonlu’lardan uzaklarda
Yirmi iki yıldır geçiyor Bayramlarım
Hüzün dolu yüreğim dostlardan uzaklarda
Arar gözlerim bir tanış cami avlusunda
Boynum bükük kalır sarılacak bir dost bulamazda


Selam ey dostlar yine geldi bayram
Ağlayacak gözlerim bir cami avlusunda
Sizleri anacak yaralı yüreğim yanacak yine
Ayrılığın ataşı Bayramlarda daha derin yakıyor
Bu fani köylünüz sanal âlemden sizleri selamlıyor
Büyüklerin ellerinden, Küçüklerin gözlerinden
Saygıyla, Hasretle Öpüyor!
Tüm dostlarımızın ve İslam âleminin Mübarek Ramazan Bayramını tebrik eder Sağlık mutluluk içinde nice bayramlar geçirmenizi Allah (cc ) den niyaz ederim.

Mehmet KAYA





KADİR GECESİ NEDİR, NASIL İBADET EDİLİR?

Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’an-ı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. 19 Ekim 2006 Perşembe 21:01

Kadir gecesi


Sual: Kadir gecesinin önemi nedir?

CEVAP

Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan en kıymetli gecedir. Bazı âlimlere göre Mevlid gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Kadir Gecesi, Muhammed aleyhisselamın ümmetine mahsus bir gecedir. Başka Peygamberlere böyle bir gece verilmemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, Kadir gecesini ümmetime hediye etti, ondan önce kimseye vermedi.) [Deylemi]
Peygamber efendimiz, daha önceki ümmetlerden bin sene cihad eden insanları düşünüp, benim ümmetimin ömrü kısadır, az ibadet ederler diye üzülünce, Allahü teâlâ, (Kadir gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibinin kalbini ferahlandırdı. Hem de Kadir gecesi, her Ramazan ayında gelir.
Resulullah efendimize kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu, uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce, Allahü teâlâ Ona bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etti. (İ. Malik)
Resulullah efendimiz, (Beni İsrail Peygamberlerinden 80 yıl Allahü teâlâya ibadet eden oldu) buyurunca, Eshab-ı kiram hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip; “Ya Resulallah, senin ümmetin bu Peygamberlerin, 80 yıllık ibadetine
şaşarlar. Allahü teâlâ sana ondan iyisini gönderdi” diyerek, (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Tefsir-i Mugni)

Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar, Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

(İnanarak ve sevabını Allahü teâlâdan umarak, Kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [Buhari, Müslim]
(Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’an-ı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni]

(Kadir gecesi üç defa “La ilahe illallah” söyleyen müslümanın, birincisinde bütün günahları bağışlanır. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni]

Sual: Kadir gecesinin kıymeti nedir ve 27. gece olduğu kesin midir?
CEVAP
Kadir gecesi Ramazan ayı içindedir. Kadir gecesinin hangi gece olduğu, kesin olarak belli değildir. Âlimlerimiz, (Allahü teâlâ, rızasını taatte, gazabını günahlarda, orta namazı beş vakit namazda, evliyasını halk arasında, Kadir gecesini Ramazan ayı içinde gizlemiştir) buyuruyorlar.
O
halde Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, hiçbir iyiliği küçük görmemeli! Gazabı günahlar içinde saklı olduğu için, hiçbir günahı küçük görmemeli; orta namazı kaçırmamak için, beş vakit namazı vaktinde kılmalı; evliya halk arasında gizli olduğu için herkese iyi muamele etmeli. Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bilmelidir.
V.Necat’taki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah indinde en kıymetli gece, Kadir gecesidir.)
(Bin aydan daha kıymetli olan Kadir gecesinin hayrından mahrum kalan, her hay< ırdan mahrum kalmış sayılır.)
Kadir gecesi ile ilgili hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir: (Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.) [Müslim]
(Kadir gecesini, Ramazanın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramazanın son gecesinde arayın. Sevabını umarak Kadir gecesini ibadetle geçirenin günahları affolur.) [İ.Ahmed]
(Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesidir.) [Ebu Davud]
İmam-ı a’zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini düşünerek sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.
Kadir gecesini soran bir zata, Peygamber efendimiz, (Bu yıl Kadir gecesi Ramazanın ilk gecesi idi geçti. 27. geceyi ihya et! Ramazanın 27. gecesini ihya edene, vücudundaki kıllar sayısınca, hac, umre, şehid ve gazi sevabı verilir) buyurdu. Başka birisine de, (Bu yıl Kadir gecesi geçti, fakat Ramazanın 27. gecesini ihya et! Kadir gecesi sevabına kavuşursun. Şefaatten nasipsiz kalmazsın) buyurdu. Hz. Âişe validemize de, (13. gece idi geçti. Kadir gecesini kaçırdıysan, 27. geceye kavuşursun. O geceyi ihya edersen, ahiret yolculuğu için azık olarak o geceki ibadet sana yeter) buyurdu. Hz. Âişe validemiz, (Resulullah, Ramazanın son on gününde çok ibadet ederdi) buyuruyor.
Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur.

Bu geceyi ihya için ilim öğrenmeli, mesela ilmihal okumalı, kaza namazı kılmalı, Kur’an-ı kerim okumalı, dua, tevbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevaplarını ölü diri bütün müminlere göndermeli! Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın, bütün günahları affolursa da, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz. Bunları kaza ederek, ödeyerek borçtan kurtulmak gerekir.

Resulullah efendimiz, Kadir gecesinde, (Allahümme inneke afüvvün kerimun tühıbbül afve fa’fü anni) duasını okumayı bildirmiştir. (Ya Rabbi, sen affedicisin, kerimsin, affı seversin, beni de affeyle) demektir. Bin aydan faziletli, ne kadar kadri yüce! Sayısız günahkâr kul, affa uğrar bu gece.

Sual: Kadir gecesinde bir günlük kaza namazı kılanın bin aylık kaza namazı borcunun ödeneceği söyleniyor. Hiç namaz kılmayıp sadece Ramazanda her gece bir günlük kaza kılan Kadir gecesini bulur. Bin aylık [83 yıllık] namaz borcu ödenmiş olur mu?
C
EVAP

Mirac gecesinde yüz rekat nafile namaz kılanın bütün namaz borçlarının ödeneceği de söylendi. Muteber kitaplardan nakledilmezse, böyle büyük hatalara düşülür. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kabul olan hac, geçmiş günahları yok eder.) [Beyheki]
Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın, bütün günahları affolursa da, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz. Bunları kaza ederek, ödeyerek borçtan kurtulmak lazımdır. (Hadika)
Günahların affolması için Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak, bid’at işlememek lazımdır. Bu geceyi ihya için kaza namazı kılmalı, Kur’an-ı kerim okumalı, dua, tevbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmeli, bunların sevaplarını ölü diri bütün müslümanlara göndermelidir!

Sual: Kadir gecesinin alametleri nelerdir? Özellikle Kadir gecesine rastlamak için Ramazanın gecelerini nasıl değerlendirmeli?

CEVAP

Ramazanın her gecesini Kadir gecesi bilerek hareket edilirse Kadir gecesine rastlanmış olur. Her gün en az şunlar yapılmalı:

1- Yatsı namazında zammı sure olarak Kadir suresini okumalı.
2- Kadir gecesi okunacak duayı okumalı.
3- Bir iki sayfa Kur'an-ı kerim okumalı.
4- İlmihalden bir iki sayfa okumalı.
5- Az da olsa sadaka vermeli.
6- Gece seher vakti, iki rekat namaz kılıp, silsile-i aliyyeyi okuyarak, o âlimlerin hürmetine dua etmelidir.
7- Gündüzü de gecesi gibi kıymetli olduğu için gündüzleri de değerlendirmelidir.

Kadir gecesin alametleri


Kadir gecesi, açık ve sakin olur, ne sıcak, ne de soğuk olur. Ertesi sabah güneş, kızıl olup, şuasız doğar. Kadir Gecesinde köpek sesi duyulmaz diyen âlimler de olmuştur. Ubeyd bin Ömer hazretleri anlatır: Kadir gecesi denizde idim, denizin suyunu içtim, tuzlu değildi, tatlı ve hoş idi.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kadir gecesi açık ve mülayim olur. Soğuk ve sıcak değildir, sabahında da güneş zaif ve kızıl olarak doğar.) [Taberani]
(Kadir gecesi açık olur, sıcak ve soğuk değildir. Bulut yoktur. Yağmur ve rüzgar yoktur. O gecenin sabahının alameti güneşin şuasız doğmasıdır.) [Taberani] (Ka
dir gecesi sabahı güneş şuasız olarak doğar. Yükselinceye kadar sanki büyük bir tabak gibidir.) [Müslim]
Sual: Kur’an-ı kerimin Kadir gecesinde indirildiği Kadr suresinde bildiriliyor. Şimdi, bu gece niye her sene aynı güne gelmiyor da Ramazan ayı içinde değişik günlere geliyor? Niye hep aynı gece olmuyor? Mesela, Kur’an-ı kerimin indirilmeye başlanması, Ramazanın 26’sını 27’sine bağlayan gece vaki olduysa, Kadir gecesinin hep bu gece olması gerekmez mi? Bir de kameri aylar da böyle. Ramazan yaza geldiği gibi kışa da gelebiliyor. Niye hep aynı zamanda olmuyor da yılın bütün aylarını dolaşıyor?

CEVAP

Biri diğerinden farklı sualdir. Allahü teâlâ, kameri [gökteki ayı] bütün seneyi dolaşacak şekilde yaratmıştır. Kameri sene 354 gündür. Şemsi yıla göre 10 veya 11 gün azdır. Bunun için her sene kameri ay, 10 gün önce gelir. Böylece bütün senenin aylarını dolaşır. Allahü teâlâ böyle istemiştir. Ramazan orucu, böylece senenin en uzun ve en kısa, en soğuk ve en sıcak günlerine geliyor.
İslamiyet, bir bölgeye değil, bütün dünyaya gelmiştir. Her coğrafyadaki, her mevsimdeki insanlara hitap eder. Sıcak ve soğuk ülkeler var. Gündüzleri veya geceleri kısa ve uzun yerler var. Hepsi için tek ve aynı tarih olsaydı müslümanların işi güç olurdu. Bunun gibi daha bir çok hikmeti olabilir.
Allahü teâlâ, Kadir gecesini gizlemiş, yani Ramazan ayının çeşitli günlerine koymaktadır. Bu sene Ramazanın birine koyarsa öteki sene Ramazanın yedisine koyabilir, Kadir gecesi o gece olur. Diğer geceler gibi falanca ayın belli bir günü yapmamış, bu geceyi gizlemiştir. Bu gecenin aylarla ilgisi yok, gece ile ilgisi var. Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesinde Kur'an-ı kerim inmiş ise, bu sene de Kadir gecesi Ramazanın üçüne alınmış olabilir. Demek ki bu mübarek gece Ramazanın üçüne geldi. Ay mefhumundan sıyrılmak gerekir. Diğer geceler ayla ilgili, Kadir gecesi ayla ilgili değil, gece ile ilgilidir. Allahü teâlâ dileseydi her aya bir tane koyardı ve her ayda Kadir gecesi olabilirdi. Kur'an-ı kerimin indiği bu geceyi de her ay kutlardık.
İlk defa Kur’an-ı kerimin nazil olduğu gecenin hususiyetini, faziletini ve bereketini Allahü teâlâ her sene başka bir geceye veriyor. Yani her sene değişik bir gecenin o kıymet ve fazileti taşımasını irade buyuruyor. Kur’an-ı kerimin nazil olduğu o mübarek gecenin her sene-i devriyesinde aynı gecenin o fazileti taşıması icap etmiyor. Başka bir gece o fazileti taşıyabiliyor.dinimizislam

NAMAZ


VE

ABDEST


1. Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani midir?

Abdest alırken, yıkanması gereken uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerinin yıkanması gerekir.

Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup da suyun bedene ulaşmasına mani olanlar abdest ve gusle manidir. Abdest veya gusülden önce bunların çıkarılması gerekir. Buna karşılık, tabaka oluşturmayan saç boyası, kına gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani değildir.

2. Abdest uzuvlarında yara veya hastalık bulunması halinde nasıl abdest alınır?



Abdest uzuvlarından birinde yara veya hastalık bulunan kişi, bu organın yıkanması zarar verecekse, yıkamayıp ıslak elle mesheder. Mesh edilmesinin de zarar vermesi durumunda, bu da yapılmaz. Bu rahatsızlık abdest veya gusül uzuvlarından çoğunluğunda ise, abdest veya gusül yerine teyemmüm edilmelidir.

3. Özürlünün abdesti ve özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü.



Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması, idrar tutamama, devamlı kusma, hayız ve nifas dışındaki kadınların akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince devam etmesi halinde özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan kimseye de mazûr denir.

İslâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün üstünde yük yüklemez. Bu nedenle özürlü sayılan kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için onlara kolaylıklar getirmiştir. Özürlüler, her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana gelmedikçe bu abdestle o vakit içerisinde dilediği gibi namaz kılar, Kur'an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir halin meydana gelmesiyle özürlü kimsenin abdesti bozulur.

Özür, bir namaz vakti boyunca hiç meydana gelmezse, özür ortadan kalkmış olur ve o kimse özür sahibi olmaktan çıkar.

Özürlü kimseden akan kan, irin, idrar gibi şeylerin çamaşıra bulaşması halinde, bundan kaçınılması mümkün değil ve temizlendiğinde tekrar bulaşacaksa yıkamadan namaz kılınabilir. Fakat tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.

4.Tuvalette abdest alınabilir mi?


Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle yerlerde besmele, zikir ve duaların içten söylenmesi uygun olur.

Vücudun herhangi bir yerinde kırık, çıkık veya yaradan dolayı sargı bulunduğunda, abdest alırken veya guslederken bu sargı çözülerek altı yıkanır ve yaranın üstü meshedilir. Ancak sargının çözülmesinin zararlı olması halinde çözülmeyip üzerine meshedilebilir. Sargının çoğunluğunun sadece bir defa meshedilmesi yeterlidir. Yapılan bu mesh, o uzvun hükmen yıkanması sayılır. Hatta meshetmenin de zararlı olması halinde, bundan da vazgeçilebilir. Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel olmadığı gibi belirli bir süresi de yoktur; yara veya kırık iyileşinceye kadar devam eder.

Sargıya meshettikten sonra bu sargı değiştirilirse veya sargı düşerse, mesh bozulmaz; iade edilmesi de gerekmez. Ancak, yaranın iyileşip sargının çıkarılması halinde, mesh bozulur. Yara iyileştiği halde, sargı olsa bile mesih bozulur. Bu durumda, yaraya zarar vermeden sargı çözülerek altının yıkanması gerekir.


Mestler üzerine meshin caiz olmasının şartları arasında; mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar katı olması, içine su almaması ve normal yürüyüşle en az 12 bin adım (yaklaşık 5 km.) veya daha fazla yürüyüşe dayanıklı olması yer almaktadır. Bu şartları taşıyan çorapların üzerine meshetmek caizdir. Bu nitelikleri taşımayan çorap üzerine meshedilmez.

Bunun yanında, mestler üzerine giyilen çoraplar, ince olup, abdest alırken üzerine meshedildiğinde altına ıslaklığı geçirirse, üzerine meshedilmesinde sakınca yoktur. Mest üzerine giyilen çorap altına ıslaklığı geçirmediği takdirde üzerine meshedilmesi caiz değildir.


Tedavî maksadıyla giyilen ve çıkarılmasında güçlük bulunan varis çorabı üzerine meshetmek caizdir.


Vesvese, nefs ve şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı, aslı olmayan ihtimaller, kuruntular demektir. Çok kere abdest ve guslün tamam olup olmadığı şeklinde görülmekte, elde olmayan kötü ve yanlış düşünceler şeklinde de olabilmektedir.

Vesvese sebebi ile, gusül ve abdestin tekrarlanması gerekmez. Vesvese gelse bile abdest ve gusle devam edilmelidir.

Kişi vesveseye itibar etmemeye çalışmalı, içe doğan şüphe ve tereddüt hallerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ayrıca zaman zaman Felak ve Nas Surelerini okumalıdır.



İslâm'ın beş temel esasından biri olan namaz, günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Vakit namazın şartlarından biri ve farz olmasının sebebidir. Yüce Allâh Kur'an'da, "Şüphesiz namaz vakitli olarak farz kilindi" (Nisa 4/104) buyurulmaktadır. Bu nedenle, namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir.

Kur'an-ı Kerim'de beş vakit namazdan söz edilmedigi ileri sürülerek, günde beş vakit namazin farz olmadigini iddia edenler bulunmaktadir. Öncelikle, şunu belirtmek gerekir ki, hadisler olmaksizin Kur'an'ın doğru anlaşılması mümkün değildir. Kur'an'da namaz vakitlerinden açıkça bahsedilmediği gibi, nasıl kılınacağı da bildirilmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını ancak hadislerden öğrenebiliriz. Aynı şekilde namazların vakitleri de Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir:

Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber'e gelerek namazı bir defa ilk vakitlerinde, bir defa da son vakitlerinde kıldırarak namazın vakitlerini göstermiştir (Müslim, Salât, 138). Hz. Peygamber de ashabına bu vakitleri bildirilmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevâdiu's-Salât, 138). Asr-ı saadetten günümüze kadar da namaz vakitleri 5 olarak kabul edilmiş ve öylece kılınmıştır. Namaz vakitlerinin bundan aşağı olduğunu söyleyen çıkmamıştır.

Diğer taraftan, namazla ilgili Kur'an ayetleri bir bütün olarak ele alındığında, beş vakte işaret edildiği görülür. "Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın." (Bakara 2/238) ayetinde namazlardan ve orta namazından bahsedilmektedir. Namazlar çoğuldur, bu nedenle en az üç vakit olması gerekir. Ayrıca bir de orta namazından bahsediliyor dolayısıyla en az beş vakit olmalıdır. Belki orta namazının üç vakit içerisine dahil olacağı ileri sürülebilir. Ancak namazla ilgili diğer ayetlere de baktığımızda üç vakitten fazla namaza işaret edildiği görülecektir; orta namazı olabilmesi için de dolayısıyla en az beş vaktin olması gerekir. Şöyle ki, "Güneşin batiya yönelmesinden, gecenin kararmasina kadar (belli vakitlerde) namaz kil; bir de sabah vaktinde namaz kil. Çünkü sabah namaz‎i şahitlidir." (İsra 17/78) ve "Haydi siz, akşama ulaştiginizda (akşam ve yatsi vaktinde) sabaha kavuştugunuzda, gündüzün sonunda ve ögle vaktine eriştiginizde Allah'‎ tesbih edin (namaz kilin). Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (Rum 30/17-18) ayetlerinde açık olarak dört vakitten bahsedilmektedir.


Belirli şartlari taşiyan her Müslüman'a günde beş vakit namaz farzdir. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kilinmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de : "Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır" (Nisa Suresi, ayet 103) buyurulmaktadır. Bu itibarla normal şartlar içinde her namazın vaktinde kılınması gerekir.

Hanefi mezhebine göre hac mevsiminde arefe günü Arafat ve Müzdelife'nin dışında hiçbir yerde namazların birleştirilerek kılınması caiz değildir.

Bununla birlikte, Hz. Peygamber'in sahih hadisleri ve uygulamaları dikkate alındığında, yolculuk, hastalık, doktorun ameliyatta bulunması gibi zorunluluk hallerinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları duruma göre takdim veya tehir edilerek birlikte kılınabilir. Birleştirilerek kılındığında, iki namaz arasındaki sünnet namazlar terk edilir; her bir farz için ayrı kamet getirilir.


Kur'an'da vaktinde kılınamayan namazların kaza edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamber bizzat kendisi vaktinde kılamadığı namazları kaza etmiş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir: Peygamberimiz Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine "Bizi ikinde namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" demiş ve ikindi namazini akşam ile yatsi arasinda kaza etmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 627). Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında gece uyuya kalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 680). Yine Peygamberimiz "Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın" buyurmuş ve "ekımi's-salâte li zikrî" (Taha, 20/14) âyetini delil getirmiştir. (Buhârî, Mevâkîtü's-Salati, No: 562; Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 680-684)

Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın terk edilen namazların kazası ile ilgili hadisin bulunmaması, bu namazların kazasının olmadığını göstermez. Zira, Hz. Peygamberin veya bir müminin prensipte bilerek farz namazları terk etmesi düşünülemez. Ancak Hz. Peygamberin bir mazerete binaen vaktinde kılınamayan namazları kaza etmesi ve bu yönde tavsiyede bulunması mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilebileceğinin göstergesidir.


Üzerinde namaz borcu olan kimselerin, öncelikle kaza namazı kılmaları gerekir. Bununla birlikte, imkanlar ölçüsünde, vakit namazları ile birlikte kılınan sünnet namazlarını ve tervih namazını da kılmaya çalışmalıdır.


Niyet namazın şartlarından biridir. Kişinin hangi namazı kıldığını bilmesi gerekir; hangi vaktin namazını kıldığını, farz, vacip veya nafile olduğunu, müstakil mi yoksa imama uyarak mı kıldığını niyetinde belirlemesi gerekir. Bu itibarla iki niyetle bir namaz kılınamaz.


Kerahat vakti olmaması kaydıyla, bir sonraki namazın vakti girmedikçe, beş vakit namazla birlikte kılınan sünnet namazlar kaza edilebilir. Müteakip vakit girdikten sonra sünnet namazlar kaza edilmez, yalnız farz namazlar kaza edilir.


Namazın dışındakiler ve içindekiler olmak üzere 12 farzı vardır. Bunlardan herhangi birinin eksik olması halinde namaz sahih olmaz. Namazın dışındaki farzlarına şartları, içindeki farzlarına da rükünleri denir.


Namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetindeki farzlara, namazın şartları denir. Bunlar altı tanedir:

Hadesten Taharet: Namaz kılacak kişinin abdestsiz olması halinde abdest alması, yıkanması gerekiyor ise, gusletmesi, bunlara gücü yetmediğinde ise, teyemmüm etmesi gerekir.

Necasetten Taharet: Namaz kılanın üzerinde ve namaz kılacağı yerde namaza mani pislik bulunmamalıdır.

Setr-i Avret: Namazda avret mahallinin örtülmesi demektir. Namazda erkeklerin en az diz kapağı ile göbeği arasını, kadınların ise, el, yüz ve ayağının dışındaki vücudunu örtmesi gerekir.

İstikbal-i Kıble: Namazı Kabe'ye yönelerek kılmak demektir. Kabe'yi görenlerin bizzat kendisine, görmeyenlerin ise o cihete yönelerek namazlarını kılmaları gerekir.

Vakit: Namazı vakti girdikten sonra kılmak gerekir.

Niyet: Namaz kılan kişinin, hangi namazı kıldığını bilmesi gerekir.


Namazın varlığı kendine bağlı olan ve namazın mahiyetini oluşturan farzlarına namazın rükünleri denir. Bunlar altı tanedir:

İftitah Tekbîri: Namaza "Allahu Ekber" diye başlamak.

Kiyam: Namaz kilarken, gücü yeten kimselerin ayakta durmasi.

Kiraat: Namaz kilarken, ayakta bir miktar Kur'an-ı Kerim okumak.

Rükû: Namazda eller dizlere değecek şekilde eğilmek.

Secde: Namazda, ayaklar, dizler, eller ve alın ile burnun yere konulmasıdır.



Kade-i Ahire: Namazın sonunda teşehhüt miktarı oturmaktır.


İslâm dini kolaylık üzerine bina edilmiştir. Ayrıca sorumluluklar ve kulluk da kulun gücüne göredir. Bu nedenle hastalık, hafifletme, kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan kimse oturarak namazını kılabilir. Rükû veya secde etmeye gücü yetemeyen kimse ima ile namazı kılar. İmâ, namazda rükû ve secde yerine başla işaret etmektir. Bu şekilde namaz kılan kişi rükû için başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer. Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir. Böyle kişi imâ ile namaz kılar. Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde imâ eder. Bir kişi ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak imâ edebilir; ancak oturarak imâ etmesi daha uygundur. Kaş veya göz ile ima ederek namaz kılınmaz. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimsenin namaz kılması gerekmez.



Namazda ayakta durmaya gücü yetmeyen kişi veya ayakta durması hastalığının artmasına veya uzamasına sebep olacak bir rahatsızlığı bulunan kişi oturduğu yerde namazını kılar. Oturarak namaz kılan kişi biraz eğilmek suretiyle rükuunu yaptıktan sonra, alnını yere koymak suretiyle secdelerini yapar. Secdeye gücü yetmeyen ise, ima ile namazını kılar.

Yere oturamayan kişi, ayakta veya bir sandalyeye oturarak namazını kılabilir. Böyle namaz kılan kimse, hem rükuu, hem de secdeyi ima ile yapması gerekir.


Duaların, zikirlerin Türkçe yapılmasında bir sakınca yoktur. Aynı şekilde, Yüce Allâh'ın ne dediğini anlamak ve hayatına tatbik etmek amacıyla, Kur'an-ı Kerim'in mealini okumak da bir ibadettir. Ancak Kur'an meali ile namaz kılınması uygun değildir. Kur'an'da, "(namazda) Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil 73/20) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de, "Sizden biriniz namaz kılmaya kalktığında, Allâh'ın kendisine emrettiği gibi abdest alsın. Sonra tekbir getirsin; Kur'an'dan bildiği bir şey varsa okusun. Eğer Kur'an'dan bir ezberi yoksa, Allâh'a hamdetsin ve O'nu yüceltsin." demiştir. Bu nedenle Kur'an'ın orijinalinden okunması gerekir. Zira Kur'an mealleri Kur'an'ın kendisi değildir. Meallerdeki farklılıklar da bunu göstermektedir.


Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvih, dinî bir kavram olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaza verilen isimdir. Namazın her dört rek'atinin sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır; ki buna tervîha denilmiştir. Daha sonra bu kelimenin çoğulu olan terâvih, kılınan bu namaza isim olmuştur.

Terâvih namazı yirmi rek'at olup, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, "Kim inanarak ve sevabını Allâh'tan bekleyerek Ramazan namazını (teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuşlardir (Buhârî, Salâtü't-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 174). Nafile namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu halde, terâvih namazının cemaatle kılınması sünnettir. Hz. Peygamber terâvih namazını iki defa cemaatle ashaba kıldırmış, ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaatle kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî, Salâtü't-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177). Hz. Ömer halife olunca, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşünmüş ve ashapla istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Halkın bir vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce, "ne güzel bir adet oldu" diyerek sevincini belirtmiştir (Muvatta, 84, H. No: 245). Hz. Ali de, "Ömer mescitlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allâh da Ömer'in kabrini öyle nurlandırsın" duası ile memnuniyetini açığa vurmuştur.

O dönemden günümüze kadar, büyük bir iştiyakla devam eden bu sevimli ibadet, toplumumuzda her kesimin ilgisini çekmektedir. Terâvih namazı büyük bir huşu ve huzur içerisinden ifa edilirken, birliği, dayanışmayı ve uzlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Ancak son yıllarda bu ibadetle ilgili özellikle rekatları konusunda vatandaşlarımızın aklında istifhamlar oluşturulmak istenmektedir.

Hz. Peygamber'in kıldırmış olduğu teravih namazlarının kaç rekat olduğu konusunda bir rivayet bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Ömer'in teravihi cemaatle kılınmasını başlatmasıyla ilgili haberlerden ve Hz. Aişe'nin, Hz. Peygamber'in Ramazan ayındaki gece namazlarıyla ilgili hadisinden hareketle bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudaki haberler şöyle değerlendirilebilir:

Hz. Aişe'den, Rasulullah'ın Ramazandaki gece namazından sorulduğunda, Hz. Aişe, "Rasulullah ne Ramazanda, ne de Ramazandan başka gecelerde on bir rekat üzerine ziyade etmiş degildir." karşiligini vermiştir (Muvatta, 88, H. No: 261). Başka bir rivayette bu sayi on üç olarak zikredilmektedir (Muvatta, 88, H. No: 262; Müslim, I/508-510). Öncelikle bu hadisin teravih namazi hakkinda oldugu konusunda bir açiklik bulunmamaktadir. Diger taraftan Hz. Aişe'nin, Allâh'ın elçisinin Ramazan ayında ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir veya on üç rekat namaz kıldığını belirtmesi, onun devamlı olarak kıldığı bir gece namazının bulunduğunu göstermektedir. Zaten Kur'an-ı Kerim'de de, "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama gönderir." Buyurulmaktadır (İsra 17/79). Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu soru, Ramazan ayında Hz. Peygamber'in diğer ibadetlerinde olduğu gibi, gece namazlarında da bir değişiklik, artış olup olmadığını öğrenmek amacıyla sorulmuştur; terâvih namazı ile ilişkisi yoktur. Hz. Aişe'den rivayet edilen, "Rasulullah (a.s) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayret gösterirdi. Son on günde, geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı, izârını da bağlardı." hadisi (Buharî, Fadlu Leyleti'l-Kadir 5; Müslim, î'tikâf . bu görüşümüzü desteklemektedir. Diger yandan, bu hadisin terâvihin meşru kilinmasindan önce mi, yoksa sonra mi oldugu da belli degildir.

Hz. Ömer zamanindaki cemaatle kilinan teravih namazlarinin rekatlari konusunda iki rivayet vardir: yirmi rekat, on bir rekat (Muvatta, 85-86 (H. No: 248, 249, 250); Ibn Ebî Şeybe, Musannef, II/163-164). Hz. Ömer'in dönemiyle ilgili farklı rivayetler; ünlü hadis bilgini Nevevî ve Buhârî şârihi Bedreddin Aynî tarafından, "Hz. Ömer'in on bir rekat emri, döneminde ilk kılınan teravih gecelerine aitti. Sonra teravih yirmi rekat olarak yerleşmişti. Şimdiye kadar devam eden de budur." şeklinde yorumlanmiştir (Ibn Humam, Fethu'l-Kadir, I/334; Aynî, V/357; Neylü'l-Evtâr, III/61).

Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinden başlayarak, günümüze kadar teravih namazi yirmi rekat olarak kilinmiştir. Sahabeden kimse buna itiraz etmemiş ve alimler tarafindan da bu şekilde kabul edilmiştir. Günümüzde de, başta ülkemiz olmak üzere pek çok Islâm ülkesinde teravih namazi cemaatle 20 rekat olarak kilinmaktadir. Allâh'ın rahmetinin taştığı, mağfiret ayı Ramazan'da, kadını - erkeği, çocuğu - genci ve yaşlısıyla halkımızın, tam bir kaynaşma, sevgi, saygı, huzur ve sükun içerisinde camilerimizi doldurarak büyük bir vecd ve iştiyak ile ifa ettiği bu ibadetin, tartışma konusu yapılarak toplumumuzda dine karşı şüphe uyandırmak ve toplumumuzu sebepsiz yere bir fikir kargaşasına sürüklemek iyi niyetli hiç kimseye bir şey kazandırmaz. Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazı nafile bir ibadet olduğundan, farz gibi telakki edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazının evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekat kılınması halinde de sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak cemaate iştirak etmeye çalışmak daha iyidir.

Terâvih namazını iki rek'atte bir selam vererek ve dört rek'atin sonunda biraz dinlenerek kılınması müstehabdır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallâh demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.

Terâvih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırıp dağıtmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta'dil-i erkana riayet edilmesine özen gösterilmelidir.


Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, oruçla ilişkisi yoktur. Bu nedenle, oruç tutmayanlar da teravih namazı kılabilirler.


Peygamber Efendimiz, farz namazlardan sonraki tesbihatı tavsiye etmişlerdir. Bu tesbihat, tek başına yapılabileceği gibi topluca da yapılabilir.


İster Cuma, ister bayram, ister cenaze namazı veya hangi namaz olursa olsun, kadınların erkeklerle birlikte cemaatle namaz kılmaları halinde, erkeklerden ayrı uygun bir yerde namaz kılmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiştir. Sünnete uygun olan, namazda safların bu tertip üzere olmasıdır.


Namaz vakitlerinin tamamının veya bir kaçının teşekkül etmediği bölgelerde, namaz, oruç gibi vakte bağlı ibadetler, vakitlerin normal teşekkül ettiği en yakın bölgenin vakitlerine göre takdir edilmek suretiyle eda edilir.


Müslüman bir işçinin, çalıştığı yerde namaz kılması için iş disiplini ve düzeni açısından işverenin veya amirlerin iznini alması uygun olur. Yine aynı şekilde işverenin veya işyerinde sorumluluk alan kimsenin, namaz kılmak isteyen işçilerine, günlük dini görevi olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir. İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren, bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. İşçinin de, namazı bahane ederek, görevini suiistimal etmemesi gerekir.


Cuma namazının farzı iki rekattır. Dördü önce ve dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat sünneti vardır. Dileyenler zuhr-i ahir ve vaktin sünneti diye bilinen namazları da kılabilirler. Bu namazları kılmak isteyenleri engellemek de doğru değildir.


Cuma namazı için ezan okunduktan sonra, namaz bitinceye kadar alışveriş ve benzeri işlerle uğraşmak, Cuma namazı kılması farz olan kimseler için caiz değildir. Nitekim Yüce Allâh Cuma suresinin 9. ayetinde, "Ey İnananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allâh'ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir." buyurmaktadır. NAMAZ Abdest 1. Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani midir? 2. Abdest uzuvlarında yara veya hastalık bulunması halinde nasıl abdest alınır? 3. Özürlünün abdesti ve özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü. 4. Tuvalette abdest alınabilir mi? 5. Sargı Üzerine Mesh 6. Çorap Üzerine Mesh 7. Varis Çorabına Mesh 8. Abdestin tam olup olmadığı konusunda vesvese Namaz Vakitleri 1. Namazların beş vakit oluşu 2. Namazların Cem'i (Birleştirilerek Kilinmasi) 3. Namazlarin Kazasi 4. Kaza namazi borcu olan, nafile kilabilir mi? 5. Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile kilinabilir mi? 6. Sünnet namazlar kaza edilir mi? Namazin Farzlari 1. Namazin şartlari 2. Namazin Rükünleri Imâ Ile Namaz Oturarak Namaz Türkçe Namaz Teravih Namazi 1.Oruç Tutamayanlarin Teravih Namazi Kilmasi 2.Namaz Sonrasi Tesbihat 3.Erkeklerle Kadinlarin Saflardaki Durumu 4.Vakitlerin Teşekkül Etmedigi Yerlerde Namaz 5.Işyerinde Namaz Cuma Namazi Kaç Rekattir? Cuma Saatinde Alışveriş Yapilabilir mi?

NAMAZ


VE

ABDEST


1. Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani midir?

Abdest alırken, yıkanması gereken uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerinin yıkanması gerekir. Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup da suyun bedene ulaşmasına mani olanlar abdest ve gusle manidir. Abdest veya gusülden önce bunların çıkarılması gerekir. Buna karşılık, tabaka oluşturmayan saç boyası, kına gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani değildir.

2. Abdest uzuvlarında yara veya hastalık bulunması halinde nasıl abdest alınır?



Abdest uzuvlarından birinde yara veya hastalık bulunan kişi, bu organın yıkanması zarar verecekse, yıkamayıp ıslak elle mesheder. Mesh edilmesinin de zarar vermesi durumunda, bu da yapılmaz. Bu rahatsızlık abdest veya gusül uzuvlarından çoğunluğunda ise, abdest veya gusül yerine teyemmüm edilmelidir.

3. Özürlünün abdesti ve özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü.



Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması, idrar tutamama, devamlı kusma, hayız ve nifas dışındaki kadınların akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince devam etmesi halinde özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan kimseye de mazûr denir.

İslâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün üstünde yük yüklemez. Bu nedenle özürlü sayılan kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için onlara kolaylıklar getirmiştir. Özürlüler, her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana gelmedikçe bu abdestle o vakit içerisinde dilediği gibi namaz kılar, Kur'an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir halin meydana gelmesiyle özürlü kimsenin abdesti bozulur.

Özür, bir namaz vakti boyunca hiç meydana gelmezse, özür ortadan kalkmış olur ve o kimse özür sahibi olmaktan çıkar.

Özürlü kimseden akan kan, irin, idrar gibi şeylerin çamaşıra bulaşması halinde, bundan kaçınılması mümkün değil ve temizlendiğinde tekrar bulaşacaksa yıkamadan namaz kılınabilir. Fakat tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.

4. Tuvalette abdest alınabilir mi?


Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle yerlerde besmele, zikir ve duaların içten söylenmesi uygun olur.



Vücudun herhangi bir yerinde kırık, çıkık veya yaradan dolayı sargı bulunduğunda, abdest alırken veya guslederken bu sargı çözülerek altı yıkanır ve yaranın üstü meshedilir. Ancak sargının çözülmesinin zararlı olması halinde çözülmeyip üzerine meshedilebilir. Sargının çoğunluğunun sadece bir defa meshedilmesi yeterlidir. Yapılan bu mesh, o uzvun hükmen yıkanması sayılır. Hatta meshetmenin de zararlı olması halinde, bundan da vazgeçilebilir. Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel olmadığı gibi belirli bir süresi de yoktur; yara veya kırık iyileşinceye kadar devam eder.

Sargıya meshettikten sonra bu sargı değiştirilirse veya sargı düşerse, mesh bozulmaz; iade edilmesi de gerekmez. Ancak, yaranın iyileşip sargının çıkarılması halinde, mesh bozulur. Yara iyileştiği halde, sargı olsa bile mesih bozulur. Bu durumda, yaraya zarar vermeden sargı çözülerek altının yıkanması gerekir.


Mestler üzerine meshin caiz olmasının şartları arasında; mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar katı olması, içine su almaması ve normal yürüyüşle en az 12 bin adım (yaklaşık 5 km.) veya daha fazla yürüyüşe dayanıklı olması yer almaktadır. Bu şartları taşıyan çorapların üzerine meshetmek caizdir. Bu nitelikleri taşımayan çorap üzerine meshedilmez.

Bunun yanında, mestler üzerine giyilen çoraplar, ince olup, abdest alırken üzerine meshedildiğinde altına ıslaklığı geçirirse, üzerine meshedilmesinde sakınca yoktur. Mest üzerine giyilen çorap altına ıslaklığı geçirmediği takdirde üzerine meshedilmesi caiz değildir.


Tedavî maksadıyla giyilen ve çıkarılmasında güçlük bulunan varis çorabı üzerine meshetmek caizdir.



Vesvese, nefs ve şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı, aslı olmayan ihtimaller, kuruntular demektir. Çok kere abdest ve guslün tamam olup olmadığı şeklinde görülmekte, elde olmayan kötü ve yanlış düşünceler şeklinde de olabilmektedir.

Vesvese sebebi ile, gusül ve abdestin tekrarlanması gerekmez. Vesvese gelse bile abdest ve gusle devam edilmelidir.

Kişi vesveseye itibar etmemeye çalışmalı, içe doğan şüphe ve tereddüt hallerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ayrıca zaman zaman Felak ve Nas Surelerini okumalıdır.



İslâm'ın beş temel esasından biri olan namaz, günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Vakit namazın şartlarından biri ve farz olmasının sebebidir. Yüce Allâh Kur'an'da, "Şüphesiz namaz vakitli olarak farz kilindi" (Nisa 4/104) buyurulmaktadır. Bu nedenle, namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir.

Kur'an-ı Kerim'de beş vakit namazdan söz edilmedigi ileri sürülerek, günde beş vakit namazin farz olmadigini iddia edenler bulunmaktadir. Öncelikle, şunu belirtmek gerekir ki, hadisler olmaksizin Kur'an'ın doğru anlaşılması mümkün değildir. Kur'an'da namaz vakitlerinden açıkça bahsedilmediği gibi, nasıl kılınacağı da bildirilmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını ancak hadislerden öğrenebiliriz. Aynı şekilde namazların vakitleri de Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir:

Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber'e gelerek namazı bir defa ilk vakitlerinde, bir defa da son vakitlerinde kıldırarak namazın vakitlerini göstermiştir (Müslim, Salât, 138). Hz. Peygamber de ashabına bu vakitleri bildirilmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevâdiu's-Salât, 138). Asr-ı saadetten günümüze kadar da namaz vakitleri 5 olarak kabul edilmiş ve öylece kılınmıştır. Namaz vakitlerinin bundan aşağı olduğunu söyleyen çıkmamıştır.

Diğer taraftan, namazla ilgili Kur'an ayetleri bir bütün olarak ele alındığında, beş vakte işaret edildiği görülür. "Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın." (Bakara 2/238) ayetinde namazlardan ve orta namazından bahsedilmektedir. Namazlar çoğuldur, bu nedenle en az üç vakit olması gerekir. Ayrıca bir de orta namazından bahsediliyor dolayısıyla en az beş vakit olmalıdır. Belki orta namazının üç vakit içerisine dahil olacağı ileri sürülebilir. Ancak namazla ilgili diğer ayetlere de baktığımızda üç vakitten fazla namaza işaret edildiği görülecektir; orta namazı olabilmesi için de dolayısıyla en az beş vaktin olması gerekir. Şöyle ki, "Güneşin batiya yönelmesinden, gecenin kararmasina kadar (belli vakitlerde) namaz kil; bir de sabah vaktinde namaz kil. Çünkü sabah namaz‎i şahitlidir." (İsra 17/78) ve "Haydi siz, akşama ulaştiginizda (akşam ve yatsi vaktinde) sabaha kavuştugunuzda, gündüzün sonunda ve ögle vaktine eriştiginizde Allah'‎ tesbih edin (namaz kilin). Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (Rum 30/17-18) ayetlerinde açık olarak dört vakitten bahsedilmektedir.


Belirli şartlari taşiyan her Müslüman'a günde beş vakit namaz farzdir. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kilinmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de : "Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır" (Nisa Suresi, ayet 103) buyurulmaktadır. Bu itibarla normal şartlar içinde her namazın vaktinde kılınması gerekir.

Hanefi mezhebine göre hac mevsiminde arefe günü Arafat ve Müzdelife'nin dışında hiçbir yerde namazların birleştirilerek kılınması caiz değildir.

Bununla birlikte, Hz. Peygamber'in sahih hadisleri ve uygulamaları dikkate alındığında, yolculuk, hastalık, doktorun ameliyatta bulunması gibi zorunluluk hallerinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları duruma göre takdim veya tehir edilerek birlikte kılınabilir. Birleştirilerek kılındığında, iki namaz arasındaki sünnet namazlar terk edilir; her bir farz için ayrı kamet getirilir.


Kur'an'da vaktinde kılınamayan namazların kaza edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamber bizzat kendisi vaktinde kılamadığı namazları kaza etmiş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir: Peygamberimiz Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine "Bizi ikinde namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" demiş ve ikindi namazini akşam ile yatsi arasinda kaza etmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 627). Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında gece uyuya kalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 680). Yine Peygamberimiz "Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın" buyurmuş ve "ekımi's-salâte li zikrî" (Taha, 20/14) âyetini delil getirmiştir. (Buhârî, Mevâkîtü's-Salati, No: 562; Müslim, Mesacid ve Mevadi'u's-Salat, N. 680-684)

Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın terk edilen namazların kazası ile ilgili hadisin bulunmaması, bu namazların kazasının olmadığını göstermez. Zira, Hz. Peygamberin veya bir müminin prensipte bilerek farz namazları terk etmesi düşünülemez. Ancak Hz. Peygamberin bir mazerete binaen vaktinde kılınamayan namazları kaza etmesi ve bu yönde tavsiyede bulunması mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilebileceğinin göstergesidir.


Üzerinde namaz borcu olan kimselerin, öncelikle kaza namazı kılmaları gerekir. Bununla birlikte, imkanlar ölçüsünde, vakit namazları ile birlikte kılınan sünnet namazlarını ve tervih namazını da kılmaya çalışmalıdır.


Niyet namazın şartlarından biridir. Kişinin hangi namazı kıldığını bilmesi gerekir; hangi vaktin namazını kıldığını, farz, vacip veya nafile olduğunu, müstakil mi yoksa imama uyarak mı kıldığını niyetinde belirlemesi gerekir. Bu itibarla iki niyetle bir namaz kılınamaz.


Kerahat vakti olmaması kaydıyla, bir sonraki namazın vakti girmedikçe, beş vakit namazla birlikte kılınan sünnet namazlar kaza edilebilir. Müteakip vakit girdikten sonra sünnet namazlar kaza edilmez, yalnız farz namazlar kaza edilir.


Namazın dışındakiler ve içindekiler olmak üzere 12 farzı vardır. Bunlardan herhangi birinin eksik olması halinde namaz sahih olmaz. Namazın dışındaki farzlarına şartları, içindeki farzlarına da rükünleri denir.


Namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetindeki farzlara, namazın şartları denir. Bunlar altı tanedir:

Hadesten Taharet: Namaz kılacak kişinin abdestsiz olması halinde abdest alması, yıkanması gerekiyor ise, gusletmesi, bunlara gücü yetmediğinde ise, teyemmüm etmesi gerekir.

Necasetten Taharet: Namaz kılanın üzerinde ve namaz kılacağı yerde namaza mani pislik bulunmamalıdır.

Setr-i Avret: Namazda avret mahallinin örtülmesi demektir. Namazda erkeklerin en az diz kapağı ile göbeği arasını, kadınların ise, el, yüz ve ayağının dışındaki vücudunu örtmesi gerekir.

İstikbal-i Kıble: Namazı Kabe'ye yönelerek kılmak demektir. Kabe'yi görenlerin bizzat kendisine, görmeyenlerin ise o cihete yönelerek namazlarını kılmaları gerekir.

Vakit: Namazı vakti girdikten sonra kılmak gerekir.

Niyet: Namaz kılan kişinin, hangi namazı kıldığını bilmesi gerekir.


Namazın varlığı kendine bağlı olan ve namazın mahiyetini oluşturan farzlarına namazın rükünleri denir. Bunlar altı tanedir:

İftitah Tekbîri: Namaza "Allahu Ekber" diye başlamak.

Kiyam: Namaz kilarken, gücü yeten kimselerin ayakta durmasi.

Kiraat: Namaz kilarken, ayakta bir miktar Kur'an-ı Kerim okumak.

Rükû: Namazda eller dizlere değecek şekilde eğilmek.

Secde: Namazda, ayaklar, dizler, eller ve alın ile burnun yere konulmasıdır.



Kade-i Ahire: Namazın sonunda teşehhüt miktarı oturmaktır.


İslâm dini kolaylık üzerine bina edilmiştir. Ayrıca sorumluluklar ve kulluk da kulun gücüne göredir. Bu nedenle hastalık, hafifletme, kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan kimse oturarak namazını kılabilir. Rükû veya secde etmeye gücü yetemeyen kimse ima ile namazı kılar. İmâ, namazda rükû ve secde yerine başla işaret etmektir. Bu şekilde namaz kılan kişi rükû için başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer. Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir. Böyle kişi imâ ile namaz kılar. Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde imâ eder. Bir kişi ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak imâ edebilir; ancak oturarak imâ etmesi daha uygundur. Kaş veya göz ile ima ederek namaz kılınmaz. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimsenin namaz kılması gerekmez.



Namazda ayakta durmaya gücü yetmeyen kişi veya ayakta durması hastalığının artmasına veya uzamasına sebep olacak bir rahatsızlığı bulunan kişi oturduğu yerde namazını kılar. Oturarak namaz kılan kişi biraz eğilmek suretiyle rükuunu yaptıktan sonra, alnını yere koymak suretiyle secdelerini yapar. Secdeye gücü yetmeyen ise, ima ile namazını kılar.

Yere oturamayan kişi, ayakta veya bir sandalyeye oturarak namazını kılabilir. Böyle namaz kılan kimse, hem rükuu, hem de secdeyi ima ile yapması gerekir.


Duaların, zikirlerin Türkçe yapılmasında bir sakınca yoktur. Aynı şekilde, Yüce Allâh'ın ne dediğini anlamak ve hayatına tatbik etmek amacıyla, Kur'an-ı Kerim'in mealini okumak da bir ibadettir. Ancak Kur'an meali ile namaz kılınması uygun değildir. Kur'an'da, "(namazda) Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil 73/20) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de, "Sizden biriniz namaz kılmaya kalktığında, Allâh'ın kendisine emrettiği gibi abdest alsın. Sonra tekbir getirsin; Kur'an'dan bildiği bir şey varsa okusun. Eğer Kur'an'dan bir ezberi yoksa, Allâh'a hamdetsin ve O'nu yüceltsin." demiştir. Bu nedenle Kur'an'ın orijinalinden okunması gerekir. Zira Kur'an mealleri Kur'an'ın kendisi değildir. Meallerdeki farklılıklar da bunu göstermektedir.


Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvih, dinî bir kavram olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaza verilen isimdir. Namazın her dört rek'atinin sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır; ki buna tervîha denilmiştir. Daha sonra bu kelimenin çoğulu olan terâvih, kılınan bu namaza isim olmuştur.

Terâvih namazı yirmi rek'at olup, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, "Kim inanarak ve sevabını Allâh'tan bekleyerek Ramazan namazını (teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuşlardir (Buhârî, Salâtü't-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 174). Nafile namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu halde, terâvih namazının cemaatle kılınması sünnettir. Hz. Peygamber terâvih namazını iki defa cemaatle ashaba kıldırmış, ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaatle kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî, Salâtü't-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177). Hz. Ömer halife olunca, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşünmüş ve ashapla istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Halkın bir vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce, "ne güzel bir adet oldu" diyerek sevincini belirtmiştir (Muvatta, 84, H. No: 245). Hz. Ali de, "Ömer mescitlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allâh da Ömer'in kabrini öyle nurlandırsın" duası ile memnuniyetini açığa vurmuştur.

O dönemden günümüze kadar, büyük bir iştiyakla devam eden bu sevimli ibadet, toplumumuzda her kesimin ilgisini çekmektedir. Terâvih namazı büyük bir huşu ve huzur içerisinden ifa edilirken, birliği, dayanışmayı ve uzlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Ancak son yıllarda bu ibadetle ilgili özellikle rekatları konusunda vatandaşlarımızın aklında istifhamlar oluşturulmak istenmektedir.

Hz. Peygamber'in kıldırmış olduğu teravih namazlarının kaç rekat olduğu konusunda bir rivayet bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Ömer'in teravihi cemaatle kılınmasını başlatmasıyla ilgili haberlerden ve Hz. Aişe'nin, Hz. Peygamber'in Ramazan ayındaki gece namazlarıyla ilgili hadisinden hareketle bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudaki haberler şöyle değerlendirilebilir:

Hz. Aişe'den, Rasulullah'ın Ramazandaki gece namazından sorulduğunda, Hz. Aişe, "Rasulullah ne Ramazanda, ne de Ramazandan başka gecelerde on bir rekat üzerine ziyade etmiş degildir." karşiligini vermiştir (Muvatta, 88, H. No: 261). Başka bir rivayette bu sayi on üç olarak zikredilmektedir (Muvatta, 88, H. No: 262; Müslim, I/508-510). Öncelikle bu hadisin teravih namazi hakkinda oldugu konusunda bir açiklik bulunmamaktadir. Diger taraftan Hz. Aişe'nin, Allâh'ın elçisinin Ramazan ayında ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir veya on üç rekat namaz kıldığını belirtmesi, onun devamlı olarak kıldığı bir gece namazının bulunduğunu göstermektedir. Zaten Kur'an-ı Kerim'de de, "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama gönderir." Buyurulmaktadır (İsra 17/79). Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu soru, Ramazan ayında Hz. Peygamber'in diğer ibadetlerinde olduğu gibi, gece namazlarında da bir değişiklik, artış olup olmadığını öğrenmek amacıyla sorulmuştur; terâvih namazı ile ilişkisi yoktur. Hz. Aişe'den rivayet edilen, "Rasulullah (a.s) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayret gösterirdi. Son on günde, geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı, izârını da bağlardı." hadisi (Buharî, Fadlu Leyleti'l-Kadir 5; Müslim, î'tikâf . bu görüşümüzü desteklemektedir. Diger yandan, bu hadisin terâvihin meşru kilinmasindan önce mi, yoksa sonra mi oldugu da belli degildir.

Hz. Ömer zamanindaki cemaatle kilinan teravih namazlarinin rekatlari konusunda iki rivayet vardir: yirmi rekat, on bir rekat (Muvatta, 85-86 (H. No: 248, 249, 250); Ibn Ebî Şeybe, Musannef, II/163-164). Hz. Ömer'in dönemiyle ilgili farklı rivayetler; ünlü hadis bilgini Nevevî ve Buhârî şârihi Bedreddin Aynî tarafından, "Hz. Ömer'in on bir rekat emri, döneminde ilk kılınan teravih gecelerine aitti. Sonra teravih yirmi rekat olarak yerleşmişti. Şimdiye kadar devam eden de budur." şeklinde yorumlanmiştir (Ibn Humam, Fethu'l-Kadir, I/334; Aynî, V/357; Neylü'l-Evtâr, III/61).

Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinden başlayarak, günümüze kadar teravih namazi yirmi rekat olarak kilinmiştir. Sahabeden kimse buna itiraz etmemiş ve alimler tarafindan da bu şekilde kabul edilmiştir. Günümüzde de, başta ülkemiz olmak üzere pek çok Islâm ülkesinde teravih namazi cemaatle 20 rekat olarak kilinmaktadir. Allâh'ın rahmetinin taştığı, mağfiret ayı Ramazan'da, kadını - erkeği, çocuğu - genci ve yaşlısıyla halkımızın, tam bir kaynaşma, sevgi, saygı, huzur ve sükun içerisinde camilerimizi doldurarak büyük bir vecd ve iştiyak ile ifa ettiği bu ibadetin, tartışma konusu yapılarak toplumumuzda dine karşı şüphe uyandırmak ve toplumumuzu sebepsiz yere bir fikir kargaşasına sürüklemek iyi niyetli hiç kimseye bir şey kazandırmaz. Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazı nafile bir ibadet olduğundan, farz gibi telakki edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazının evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekat kılınması halinde de sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak cemaate iştirak etmeye çalışmak daha iyidir.

Terâvih namazını iki rek'atte bir selam vererek ve dört rek'atin sonunda biraz dinlenerek kılınması müstehabdır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallâh demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.

Terâvih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırıp dağıtmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta'dil-i erkana riayet edilmesine özen gösterilmelidir.


Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, oruçla ilişkisi yoktur. Bu nedenle, oruç tutmayanlar da teravih namazı kılabilirler.


Peygamber Efendimiz, farz namazlardan sonraki tesbihatı tavsiye etmişlerdir. Bu tesbihat, tek başına yapılabileceği gibi topluca da yapılabilir.


İster Cuma, ister bayram, ister cenaze namazı veya hangi namaz olursa olsun, kadınların erkeklerle birlikte cemaatle namaz kılmaları halinde, erkeklerden ayrı uygun bir yerde namaz kılmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiştir. Sünnete uygun olan, namazda safların bu tertip üzere olmasıdır.


Namaz vakitlerinin tamamının veya bir kaçının teşekkül etmediği bölgelerde, namaz, oruç gibi vakte bağlı ibadetler, vakitlerin normal teşekkül ettiği en yakın bölgenin vakitlerine göre takdir edilmek suretiyle eda edilir.


Müslüman bir işçinin, çalıştığı yerde namaz kılması için iş disiplini ve düzeni açısından işverenin veya amirlerin iznini alması uygun olur. Yine aynı şekilde işverenin veya işyerinde sorumluluk alan kimsenin, namaz kılmak isteyen işçilerine, günlük dini görevi olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir. İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren, bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. İşçinin de, namazı bahane ederek, görevini suiistimal etmemesi gerekir.


Cuma namazının farzı iki rekattır. Dördü önce ve dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat sünneti vardır. Dileyenler zuhr-i ahir ve vaktin sünneti diye bilinen namazları da kılabilirler. Bu namazları kılmak isteyenleri engellemek de doğru değildir.


Cuma namazı için ezan okunduktan sonra, namaz bitinceye kadar alışveriş ve benzeri işlerle uğraşmak, Cuma namazı kılması farz olan kimseler için caiz değildir. Nitekim Yüce Allâh Cuma suresinin 9. ayetinde, "Ey İnananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allâh'ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir." buyurmaktadır.
Hazırlayan
Dursun SAVAŞ
YAŞIMIN BAHARI ÖMRÜMÜN SONBAHARI O YILLAR;

Yıl 1970 sonlarına doğru köyümüz ne yapacağını bilemez bir halde şaşırmış kalmıştı. Köyümüz baraj altında kalacak denmişti çünkü köyümüz Kızılırmak kenarında, çeltiği ile meşhur olmuş, mert insanıyla etrafa namsalmıştı, köy halkımız bir birine bağlı, saygılı, sadece ferdi menfaati değil, umumi menfaati düşünürdü. Köyümüzde ihtiyar heyetinden başka danışma meclisi gibi diyebileceğimiz uslular vardı, insanların herhangi bir probleminde onlara danışılır, hep birlikte çözüm yolları aranırdı. O zamanlar genellikle sınır meseleleri olurdu küçük çaplarda, miras paylaşmada anlaşmazlıklar, evlenme ve geçimsizlik gibi bazı ufak tefek sorunlar olurdu, başı sıkışanlar muhtarla beraber toplumda sayılan kişilere müracaat eder, sorunlar genellikle tatlılıkla hallolunurdu. Mahkeme bilmezdi halkımız(birkaç kişi hariç olabilir tabi) Ne güzel günlerdi o günler, insanlar birbirine saygılıydı, merhamet vardı, sevgi vardı, kadirşinaslık vardı, ekinler ellik-orakla biçilirdi, birbirine yakın mahalde çalışanlar gölgelikte semaver kaynatır, yemekler beraber yenirdi, çevredekiler buyur edilirdi, hey Ahmet dayıııııııııı, Emine halaaaaaaaaaa, Ayşe yengeeeeeeeee, hadi çay demlendi sizi bekliyooooooooook, diye etrafta olanlar, yoldan geçenler davet edilirdi. Çay deyince ,sadece bulanık bir su değil,sevgiyle,aşkla demlenmiş,içinde bencillik yok,benim yemeğim,benim işim,benim akrabam,benim çayım diye bir düşünce yok çünkü;herkeste ekmek olmasa bile çay-şeker ,semaver mutlaka bulunurdu.O zamanlarda en meşhur ikramlardandı,hani derler ya ;”gönül ne çay ister nede çayhane,gönül dost ister çay bahane”diye,evet aynen öyleydi o zaman insanlarımız.Çevre köylerimizde de aynıydı bu gelenekler,2 kilometre mesafeye seslenilirdi.Kendi tarlasını biçenler ,işini bitirenler çekip gitmezdi oradan yakınındaki tarla komşusuna yardıma giderdi.


Geleceğe hep ümitle bakar,toprağına toprak katabilmek için bodur ağaç kökleri sökülürdü,hele köy usulü imece yok mu,onun da ayrı bir zevki vardı,1975 yılıydı elektrik gelecek diye köyün bazı yerlerine direk yeri kazılmaya başlanmıştı ki ,baraj köyümüzü su altında bırakacak diye vaz geçildi,işte bütün ümitler o zaman sönmeye başladı,evet bu baraj gelecek denildi,büyüklerimiz şöyle derdi devletle Allah’ın işine karışılmaz derlerdi de günlerce konuşulurdu,nereye gideriz,ne eker ,ne biçeriz,bizim ata yurdumuz burası,dedelerimizden babalarımızdan ne görmüşsek öyle yaşadık,halimiz ne olacak bizim derlerdi?.Gönüllerde hüzün ve kararsızlık,yüreklerde burkulma,boğazlarda acı acı yutkunma hakimdi.


Yıl 1987 Ramazan ayı nisana denk gelmişti ki korkulan oldu,üç ay olmuştu mühendislerin köye galipte ;üç yılı bulur bu barajın burayı bulması,o zamana kadar ancak su dolar 194 metre yükseklik var denmişti,Allah’ın işine bak ki ,yağmurlar yağmış,su dolması 3 ayda köyümüzü su altında bırakmıştı,daha Hatay Amik ovasında evler yapılamıştı bile,üç yıl küçücük ilçemizde ve çevre köylerde apar topar eşyasını alan kendine barınma yeri bulmuştu,perişan bir vaziyette hem de,küçücük kamyonlar,köy hizmetlerine bağlı araçlarla çoluk çocuk eşya hep birlikte taşındı akıbeti belli olmayan meçhule doğru,kıyamet işte o zaman kopmuştu hüzünlü gönüllerde,geleceğe ümit ,ne gezer onlar hepsi artık mazi de kaldı.1989 unda sonları olmuştu maalesef, o şirin ilçemiz Durağanımızdan da ayrılma vakti gelmişti,araçlar Hatay a doğru konvoy olmuş,otobüsler çile yüklü insanlarımızı,acı ve ızdırap içinde toplamıştı,yer kaymakamlık binasının önü,mahşeri bir kalabalık,buruk yüreklerle bir daha görüşememe ümitsizliği içine ,çevre köylerden de gelenler olmuş o biçare günümüze bizlere vefa borçlarının var olduğunu bildirmek için gelmişlerdi ,buruk,hüzünlü ve buğulu gözler o günden sonra hep uçan kuşlardan haber beklemişlerdi,şimdiki gibi internet ve cep telefonu yoktu,ev telefonu bile yoktu evlerde,köyde ir kişide umuma ait bir telefon vardı.Hiç unutamam o ayrılık gününü,gözlerimin önünde canlanıverir ,gözlerimden gayri ihtiyari yaşlar damlar yanağıma ,bir anda boğazım düğümlenir. Bir daha göremediğim nice insanlar bu alemden kimi göçtü gitti,kimi hayatının son demlerini yaşamaktaymış.Evet o gün bir kıyamet kopmuştu,mahşer yeriydi orası herkesin derdinin başından aştığı gündü.Yıllarını verdiği baba yadigarı o güzelim Salarkolu köyünü ve komşularını,baba dostu,ekmek dostu dediği can dostlarını bırakıp gitmek zorunda kaldığı o güzelim memleketi bırakıp gidivermişti Ülkemizin kalkınması için…..

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK



Üzerinde yaşadığımız şu ihtiyar dünya nice insanlar gördü. Kimi peygamberdi bu insanların, kimi Ebu Cehil’di. Kimi mü’mindi, kimi kâfir… Kimisi Sıddık’ti, kimisi Nemrut…

Kimi “… Yâ Rabbi! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnız ben doldurayım, diğer kulların girmesin.”[1] Derken, kimi “Sizin Allah’ınız öldürüp diriltebiliyorsa, pekâla ben de öldürür ve diriltirim”[2] diyebiliyorlardı. Onlar dediler, yaptılar, ettiler ve en sonunda istisnasız gittiler.

Evet, hepsi öldü. Ölüm onların hiç birini ayırmadı. Dört yüz yıl önce Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir zenci de öldü. “Bu dünya bir hükümdara çok, iki hükümdara az diyen” koca Yavuz da öldü…” Ölüm vazifesini hakkıyla, lâyıkıyla yaptı ve yapıyor da…

İnsan kendisine tayin edilen hayatı yaşıyor ve en sonunda ölüyor. Yüce Allah’ın mahlûkat üzerine koyduğu, şaşmaz ve değişmez kanun bu. Nitekim Allahü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:

“Her nefis ölümü tadacaktır ve sonra bize döndürüleceksiniz.”[3]

Ölüm gerçeği insana ağır gelir. Tebessümler donar ölüm denince, yürekler sıkıntı ile büzüşür. Kabrin dehşetli, tüyler ürpertici karanlığı korkutur herkesi. Ölüm elemleri keser, dünyevi hazlara dalmayı önler. Ama biraz önce de belirttiğimiz gibi kimse “Ölmem” diyemiyor. Ölüm herkesi istisnasız alıyor koynuna…[4]

İnsan, dünyaya gelmek için anne karnında bir durak yapmıştır. Sonra dünyaya doğmuştur. Ahirete gitmek için dünyada da bir durak yapmıştır. Nasıl anne karnına gelen, dünyaya geliyorsa, dünyadan gelen de ahirete gidecektir. Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın çizdiği yol budur. Allah diyenler, Allah’a inananlar seve seve bu yoldan gidiyorlar. Ama inanmayanlar bu yolu sevmiyorlar. İster inansınlar ister inanmasınlar… Madem ölümü öldüremiyorlar, kabrin kapısını da kapatamıyorlar…. İnanmadıkları halde, inanmaya inanmaya gidiyorlar.

ÖLMEDEN ÖNCE BENİ TABUTUMA KOYDULAR


Ölmeden önce ölmek, ölmeden önce insanın tabutuna konması nedir, bilir misiniz? Şimdi size bunu bir Cüneyd Suavi’nin “Kabus” hikayesiyle anlatmaya çalışacağım. Bunu lütfen üzerinizde değerlendirin. Kendinizi bir an önce de olsa, hikayedeki kişinin yerine koyun.

KÂBUS


Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım.İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım. Oysa ki o dar mekânlara, şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum.

– Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki yapacak ne kadar çok işi vardı.

Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim.

Büyük bir firma kurup dostlarımı orada toplamak da artık hayâl olmuştu.

Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım. Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:

-“Geçti artık geçti”, diyordu. İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.

-Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:

- Aman Allahım.. dedim. Ne olacak şimdi hâlim? Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.

Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık. Câmi deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım. Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses :

- Geçti artık geçti, diye tekrarladı. “Bitti artık.” Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

- Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader. Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indiri1mişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah’ıml.. Bu kabir değil miydi? O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.

- Yârabbi, diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim. Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:

- Geçti artık geçti, diye tekrarladı. “Her şey bitti artık.” Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak:

- Geçti artık geçti, diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı.” Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toparlamaya çalışırken

-Yârabbi, sana zerrelerim adedince şükürler olsun, diyordum. iyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin? [5]

-Evet, bu bir hikaye, bir rüya… Rüyasında ölen bir adamın duyduğu hislerdi. Bir film şeridi gibi hayatı gözünün önünden geçti. Belki de sizler bu satırları 1 öldünüz ve sonunda dirildiniz.

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”[6] Dünya hayatı, ahireti kazanmak için bize verilmiş olan bir imtihan sahasıdır. Öyle bir imtihan ki, her insan bir defa bu imtihana giriyor. Rüyasında ölüp de:

-“Yâ Rabbi! Bir fırsat daha yok mu? Senin istediğin gibi bir kul olayım. Bir fırsat ver Yâ Rabbi!” diye yalvarmanın da bir faydası olmayacağı bir gün gelmeden önce kendimizi daima ölüme hazırlamalıyız.

-Zararın neresinden dönersek kârdı. Yaşım daha 20 gencim, yaşım daha 30-40, hele bir 50 olsun, ondan sonra döneriz, namaza başlarız demeyelim. Daha zamanı var demeyelim.

Bizler Allah’a ve Rasülüne iman etmiş olarak; her hareketimizin hesabının sorulacağını ve dünyada bulunuş gayemizin imtihan maksadıyla olduğunu biliyoruz. Hal böyle olduğuna göre, hatırlanıldığında pek hoşa gitmeyen ölüm hadisesini sık sık anmamız gerekiyor. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.)

“Ağız tadını bozan ölümü çokça hatırlayınız.”[7]

Gerçekten ölümü çokça hatırlamamız gerekiyor. Çünkü ölümü düşünmek insana ahireti hatırlatır. Ananın evladından, kardeşin kardeşten kaçtığı o dehşetli hesap gününü hatırlatır.

“Yarın Rabbimin huzuruna hangi yüzle çıkacağım. Vaadimi unuttum mu? Yalnız O’na ibadet ederim” demiştim. “Beni gazaba uğramayanların, sapıtmışların yoluna dahil etme. Bana nimete erdirdiklerinin yolunu nasib et Yâ Rabbi![8] Demiştim. Tuttum mu sözümü acaba? Bu sözleri söyletir ölüm insana…

Ölümü hatırlamak bu nokta-i nazardan bakıldığında, bizler için mühim hususiyetler arz ediyor. Yaşadığımız ânı gayet kıymetli ılıyor.

Bilelim ki, bizler şu anda iki gün arasında bulunuyoruz: Biri geçmiş diğeri gelecek gün… Geçmiş olarak gün, hatasıyla sevabıyla bitmiştir. Gelecek gün ise bizlerin yetişip yetişemeyeceği meçhul bir gün olarak duruyor. Öyleyse tek sermayemiz bugünümüz. Her ne varsa bugünde var.

Peygamberimiz:

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu.”[9] Bugünden azığımızı hazırlamamız gerekmekte… Zira, sefer yakındır, yol meşekkatli ve uzundur. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın (kıyamet günü için) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdârdır.”[10]

Bizler de bu ayet-i kerimenin ışığında yarın için ne hazırladığımıza bakalım. Allah’a kul olduğumuzu hatırlayalım ve lezzetleri kesen ölümü de sık sık hatırlayalım. Ve hiçbir zaman unutmayalım ki: ölüm saati geldiğinde imdat edeceğimiz tek varlık Allah’tır. O’ndan geldik. O’na döneceğiz.

Duyduğu bir rahatsızlıktan dolayı doktora giden ve muayenesi sonucu öleceğini öğrenen insanın durumu ne olur hiç düşündünüz mü?

Bu insanın dünyası ve dünyaya bakışı bir anda değişir. Sevdiği bir çok şeye karşı, sevgisini yitiverir. Anlamlı gördüğü bir çok şey anlamsızlaşıverir. Şu an dert edindiği bir çok şey, dert olmaktan çıkar. Korktuğu bir çok şeyden korkmaz olur. Elli yıl çalışarak biriktirdiği milyarları, elli gün daha fazla yaşamak için vermek ister.

Bu insan müslümansa, ne yazık ki bu müslümanda da değişiklikler olur. Ölüm haberine hen an hazır olan, bu haberi her an bekleyen bir müslümanda olmayacak değişiklikler, zamanımızdaki birçok müslümanda oluverir.

Ölüm haberini alan bu müslüman bir anda kendisine geliverir. Öldükten sonra hesaba çekileceğini bildiği için, başını arkaya çevirerek hesap vereceği yaşantısına bakar.

Sevdiği Rabbi için yapmadığı, ertelediği, geciktirdiği bütün güzel eylemler bir dağ gibi yığılır önüne!…

Ağlamaya, hüngür hüngür ağlamaya başlar…. Öleceği için değil, amel heybesini güzel amellerle dolduramadığı için, göğsünü ve gönlünü gere gere:

“Ey güzel Allahım, Ey güzel Rabbim, bana lutfettiğin ömrümle, Sana amellerimi getirdim” diyemeyeceği için ağlar ve ağlar ve ağlar…

Tabii ki geçmiş bir idrak, gecikmiş bir gözyaşlarıdır bunlar… O halde sizler, sizler geç kalmayın canlar, gecikmeyin arkadaşlar!…

Şimdi gülüp, ölürken ağlayanlar değil,

Şimdi ağlayıp, ölürken gülenlerden olun…

Vakit öldüren ölülerden değil, dipdiri eylemlerle vakitlerini dirilten, dirilerden olun.

Çünkü sizlere bir doktor, bir profesör, bir kâhin değil, sizleri yaratan Allah ve Rasülü bildiriyor:

“ÖLECEKSİNİZ…”[11]

Her gün kendi nefislerimize yönelttiğimiz “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu aşarak, “Koskoca yirmi dört saattir, Allah için yapmam gereken, neleri yapmadım?” sorusunu sormamız gerekir. Çünkü muhteşem hesap gününde Allah için yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz.[12]

Rebi bin Heysem evinde bir mezar kazdırdı. Kalbi katılaştığı zaman kabre girer ve bir saat orada yatardı. Sonra şu ayeti okurdu:

“Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çatınca şöyle diyecektir:

-Rabbim, beni dünyaya gönder.”[13]

-Sonra mezarından çıkar ve kendi kendine şöyle seslenirdi:

-Ey Rebi! Bak geri çevrildin. Geri çevrilmeyeceğin an gelmeden önce iyi amellerde bulun.”[14]

-Günde beş köşeye giderek boş vakit geçirebilen Müslümanların, zaman zaman bir köşeye çekilip tevbe ve istiğfarla Allah’ı zikretmesini de bilmeleri gerekir. Çünkü bilinçli bir şekilde tevbe ve istiğfarla geçireceğimiz bu anlar, basit bir örnekle banyoda geçirdiğimiz arınma ve temizlenme anları gibidir. Allah’ı zikrederek geçirdiğimiz ve geçireceğimiz böylesi anları, bu anlamda değerlendirdiğimiz anlar olacaktır. [15]

Cehennemlikler ise, yaşadıkları fırsatların değerini, bu fırsatları kaçırdıktan sonra anlayan kimselerdir. Dünyada iken televizyon, sinema ve değişik eğlencelerle vakit öldüren kimseler, öldürdükleri vakitlerin değerini ancak o zaman anlamışlardı. Nitekim kendilerine verilen fırsatların değerini, ancak öldükten sonra anladıkları için, bu fırsatları tekrar yaşamak ve tekrar dünyaya dönmek isterler:

“Suçlu-günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz gördük ve işittik: şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, Salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız.” Diye yalvaracakları zamanı bir görsen!”.[16]

Dünyaya dönmek isteyen bir de şehitler vardır. “Ya Rabbi! Bizi dünyaya döndür, tekrar şehid olalım, tekrar şehid olalım, tekrar tekrar şehid olalım” derler.

Peki bunu niye derler?

Bildiğimiz gibi şehitler, Rabbimizin katında nimetlendirilmektedir. Şehadetin gerçek karşılığı olan cennetle henüz karşılaşmayan, sadece bazı nimetlerde nimetlenen bu insanlar, kendilerine sunulan bu kısmî nimetlerin karşısında Allah (C.C.)’ın kadrini ve kıymetini çok daha yakından hissederek, çok daha yakından idrak ederek, böyle bir Rabbimiz için, böylesine güzel bir Rabbimizin hoşnutluğu için diyerek, bu arzularını dile getirmektedirler.[17]

Hz. Ömer (R.A.) halife seçilince bir adam görevlendirir. O adam her gün gelir. Hz. Ömer’e ölümün var olduğunu birkaç defa hatırlatır.


Bir zaman sonra Hz. Ömer, adamın görevine son verip şöyle der:


- Artık sakalıma ak düştü. Sizin ikazınıza ihtiyacım kalmadı.


- Daima ölüm sonrasını düşünerek hareket eden Hz. Ömer’in yüzük taşında bile şu hadis-i şerif yazılıydı:


“Sana öğüt verici olarak ölüm kâfidir Ya Ömer!” [18]


Oysa insan ömrü, gerçekleri akledebilecek kadar uzun, yapılması gerekenleri ertelemeyecek kadar kısadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:


“Orada (cehennemde) onlar (şöyle) çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka Salih bir amelde bulunalım.” Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıp korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.”[19] Buyruğu ile ömrün gerçekleri akledebilecekleri kadar uzun olduğu beyan edilirken, Salih amelleri ertelemeyecek kadar kısa olduğuna işaret edilmektedir.[20]


Behlül Dânâ’ya biri sorar:


-Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdırayım?


- Behlül Dânâ şu cevabı verir:


- Şunu yazdır: “Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu! Anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örtmektedir.” [21]


- Bazıları diyorlar ki:


“GİTMESEYDİ ÖLMEYECEKTİ”


Sistemler, kendi kültürleriyle yaşarlar. Bir sistemin başka bir sistemin kültürüyle varlığını sürdürmesi mümkün değildir. İstatistik rakamlara göre halkımızın % 95’i Müslümanlığını nüfus kâğıtlarına kaydettirdikleri İslam kelimesiyle ispat etmektedirler.


Herkes biliyor ki, ülkemizde ve ülkemizin insanları üzerinde batı kültürü hakimdir. İnsanlar, tesirleri altında kaldıkları kültürlere göre şekillenirler. Hayat tarzları da bu doğrultudadır. Her ne kadar insanımız “Müslümanım” diyorsa da, genelde Müslüman olmayanlar bir tarafa, Müslümanım diyenlerin hayatlarında İslâm’dan hiçbir eser yoktur. Adı


Müslüman, akidesi gayr-i Müslim olanların sayıları tahmin edilenlerin çok çok üstündedir. Çünkü aldığı kültür öyle şekillenmiştir.


Ülkemiz insanının çoğu itikadi hatalar içindedir. Bir kafirin veya bir münafığın düşündüğü gibi düşünmektedir.

Bir misal verelim: Diyelim ki, bir kişi Bolu’dan İstanbul’a gidecek. Giderken yolda trafik kazası geçiriyor ve ölüyor. Tanıyanları ve yakınları diyorlar ki:”Gitmeseydi ölmeyecekti.” Ne demek ölmeyecekti? Dikkatinizi çekiyorum. Bu sözü “müslümanım” diyenler söylüyor. Bu ifadeler itikadi bozukluğun ürünüdür.


Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Hakiminde “gitmeseydi ölmeyecekti”, “yemeseydi ölmeyecekti”, “hastalanmasaydı ölmeyecekti”… vs. inanç ve ifadelerin tamamen yanlış olduğunu zikrediyor. Buyuruyor ki:


“Evlerinizde dahi olsaydınız, yine ölme anı takdir edilenler o an gelince nerede ve ne hâl üzere olurlarsa olsunlar mutlaka ölürler.” [22]


Yaşatan da öldüren de Allah’tır. Ey iman edenler! Sizler kafirler gibi olmayın. Onlar “Bizim yanımızda olsalardı, (sözümüzü tutsalardı, binmeselerdi, yutmasalardı, yapmasalardı….) ölmezlerdi” derler.” [23]


“Böyle söyleyenlere söyleyin: Eğer doğru iseniz, o halde kendinizden savın bakalım.” [24]


Zikrettiğimiz ayetlerden de anlaşılıyor ki “gitmeseydi ölmeyecekti” … vs. gibi inanç ve ifadeler Müslümanlara ait değildir. Müslümanlar bu ifadelerden şiddetle kaçınmak zorundadırlar. Çünkü biz inanıyoruz ki, her davranış ve ağzımızdan çıkan her sözden dolayı Cenab-ı Hakk’a hesap vereceğiz. Vereceğimiz hesabın hesabını bu dünyada yapmak mükellefiyetindeyiz. Sözlerimizin neticesini düşünmek zorundayız. Biz, münafıklar gibi, diğer kafirler gibi dilediğimiz gibi sorumsuzca ileri-geri konuşamayız.


Halk arasında “Ecel-i kaza, ecel-i müsemma” kaidesinin yanlış anlaşılması da insanımızı yanlış ifade ve inanışlara sevk ediyor. Bazı insanlar “ecel-i kaza” denilince, meydana gelen bir olay neticesinde ölen kişinin takdir edilen ölümünden bu olay sebebiyle önce öldüğünü zannediyorlar. Bu yanlışlık başka hatalara götürüyor insanı.


“Ecel-i kaza, ecel-i müsemma” kaidesinin izahı şudur:


Ecel-i müsemma, Allah’ın canlı için tayin ettiği ölüm anıdır. Ecel-i kaza da bu tayin edilen ecelin vuku bulması, meydana gelmesidir. Yoksa, “adam düştü de öldü; düşmeseydi ölmeyecekti” demek değildir. Hayır, adam düştü de öldü değil; öldü de düştü; doğru olan ifade tarzı budur. Bazıları zannediyorlar ki, araba çarpıştı, kaza oldu, adam öldü. Eğer bu çarpışma olayı olmasaydı ölmeyecekti diyor. Ehl-i sünnet inancına ters bir anlayıştır bu. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Hakim’de mealen şöyle buyuruyor:
“Her ümmet için takdir edilen bir ecel vardır. Müddetleri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler.” [25] “
Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölmek yoktur. Ölüm, zamanı Allah’ın indinde kararlaşmış bir yazıdır.” [26]
“Hiçbir ümmet ecelini öne alamaz ve geriletemez.” [27]
Demek ki, iki arabanın çarpışması, adamın gitmesi, falancanın gitmesi birer olaydır. Kazan ise Allah’ın takdir ettiği şeyin meydana gelmesidir. Yani olayın cereyanıdır. Bunun için “gitmeseydi ölmeyecekti”, “düşmeseydi ölmeyecekti” vs. gibi sözlerin hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü hüküm sadece ve sadece alemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun izni olmadan hiçbir şey olmaz, olması da düşünülemez… Biz Müslümanlar böyle inanırız.[28]
BİZE SIRA GELMEYECEK Mİ?
Kendini fikren inkişaf ettirmek isteyen bir zat doğruca Ebudderdâ’ya gelir ve der ki:
- Kalbim katılaştı, ciddi şeyler düşünemiyorum, hayatımın değerini takdir edemiyorum. Sanki üzerimde hiçbir nimet yokmuş, mahrumiyet içinde bir hayat yaşıyormuşum gibi geliyor bana. Ne olur bir çare, bir yol göster ki, kendimi yenileyeyim, fikrimi ve zihnimi çalıştırayım, gerçekleri görmekle huzur ve saadet hissedeyim.
Büyük sahabi bu zata şöyle tavsiyede bulunur.

- Bu dediğin şeylere sahip olabilmen için şu diyeceklerimi yap. Bak o zaman basiretin açılacak, gerçekleri görme konusunda bir hayli inkişaf elde edeceksin.
- Nedir onlar, hemen buyur.
- Önce hastanelere git, yataktakiler bak!
- Sonra camilere git, cenaze namazlarını kıl!
- Bundan sonra kabristana git, gömülenleri gör!
- Sual sahibi zat:
- Baş üstüne Ey Allah’ın aziz sahabisi! Diyerek ayrılır ve ilk iş doğruca hastaneye gitmek olur. Sonra döner, camiye gelir, cenaze namazı kılar. Daha sonra da mezara gider, mevtanın mezara konuşuna bakar, ölünün defnini seyreyler.
Bunlardan sonra kendini yoklar. His duygularına bakar, heyhat! Hiçbir yenilik yok!
Dönüp Hazret’e gelir:
- Ben, her dediğini yaptım, ama nafile. Bende değişen bir şey olmadı. Yine aynı hisler, aynı duygular, aynı ihtiras ve dünya arzuları kasıp kavurmaya devam ediyor. Hazret-i Ebudderdâ düşünmeye başlar. Sonra şöyle der:
- Öyle ise; sen hastalar hastabakıcıların baktığı gibi baktın. Eğer öyle bakman insana bir şeyler kazandırsaydı, bütün hastabakıcılar insan-ı kamil olur, şükür sembolleri haline gelirlerdi. Heyhat ki durum hiç de öyle değil. Çünkü onlar ibretle bakamazlar, tefekkürle nazar edemezler. Bu hastanın kendisi de olabileceğini, ama olmadığını, bunun büyük bir ilahi lütuf ve nimet olduğunu düşünüp de sevinç hissedemezler. Sen de öyle yapmışsın, ibretle bakmamışsın, tefekkürle nazar etmemişsin.
- Camiye gitmişsin, cenaze namazı kılmışsın, ama bu cenaze imamı gibi kılmışsın. Şayet öyle namaz kılmak insana bir şey kazandırsaydı, cenaze imamlarının melek gibi olması lazım gelirdi. Sen cenazeyi kılarken ibretle kılacaktın.
- Şu tabutun içindeki ben olacağım bir gün, diyecek kendini içine koyacak, yakınlarını da etrafta döner tasavvur edecektin. Seni tabuttan çıkaramayışlarını, çaresizliklerini hayal edecektin, istikbalde olacak şeyi o anda olmuş gibi hayal edecektin. İşte bu cenaze namazı sana inkişaf sağlayacaktı.
- Kabristana gitmiş, ölünün kabre konduğunu görmüşsün ama, bunu kabir kazanlar gibi seyretmişsin. Şayet öyle bakmakta fayda olsaydı, bütün mezarcılar insan-ı kamil haline gelirlerdi. Halbuki onlar bunun tam aksine. Öyle ise mezara konan adamın yerine kendini koyacaktın. Hayalen karanlık çukura girecektin. İmam talkın verip gidecek, sen orada amelinle baş başa kalacaktın. Kılmadığın namazların, tutmadığın oruçların, ödemediğin kul haklarının hesabını vermeye başlayacaktın. İşte senin basiretini açan inkişafını sağlayan bunlar olacaktı, demişler.
- NE DERSİNİZ? Bizim ziyaretlerimiz de, cenaze namazı kılışlarımız da, mevtaları kabre götürüşümüz de böyle mi cereyan ediyor? Bizde de bu ve benzeri durumlar söz konusu mu? Hiç düşündünüz mü? Hep başkası hastalanacak, hep başkasının namazı kılınacak, hep başkası mezara konacak, bizimle ilgisi olmayacak, bize sıra gelmeyecek mi hiç? [29]
- BİZİM DE BİR GÜN SALAMIZ OKUNACAK
Her gün salâlar okunuyor. Bir kişinin ölümünü haber veriyor. Bu salâları dinliyoruz fakat bundan ibret alıyor muyuz?
Acaba bu okunan salâ benim salâm olsaydı, benim öldüğümüz bildiren bir ilan olsaydı, ölüme hazırlıklı mıydım diye düşünebiliyor muyuz? Yani salamızın okunmasına, cenaze namazımızın kılınmasına, kabre götürülüp gömülmeye hazır mıyız? Diye bir soru aklımıza geliyor mu? Yoksa hiç böyle bir şey düşünmüyor muyuz?
Evet, bir gün bizim de salâmız verilecek. İmam Efendi cenaze namazımız kılındıktan sonra:
- “Ey cemaati müslimin! Bu mevtayı nasıl bilirsiniz?” diye sorduğu zaman arkamızdaki insanlar bizim için:
- “İyi biliriz, Müslüman olduğuna şahitlik ederiz” diyecek mi?
Bundan dolayı hasta ziyaretlerinde, hastalardan ibret alan, kıldığımız cenaze namazlarına ibret nazarıyla bakan, gömdüğümüz, kendi ellerimizle toprağa verdiğimiz insanlara da ibretle bakarsak, bizde Ebudderda hazretlerinin dediği gibi basiretimiz açılır ve gerçekleri görme konusunda bir hayli mesafe katedebiliriz.
Salamız okunmadan, kendimize gelelim. Hayatımıza çeki düzen verelim. Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unutmayalım.
Lezzetleri kesen ölümü sık sık analım ve asla unutmayalım.



Sayın Dursun SAVAŞ Beye bu güzel yazısı için Şükranlarımızı sunmayı bir borç bilirim. Hocam eline yüreğine sağlık devamını bekleriz.
Site yapım ve yönetim sahibi
Mehmet KAYA


KIYMETLİ HEMŞEHRİLERİM;


Sizlerin engin bilgi ve görüşleriniz önerilerinizi WWW.DURAGANSALARKOLU57.TR.GG Sitemizde görmek istiyorum. Gençlerimize yön verecek yol gösterecek yazılarınız hayat hikâyeleriniz bizim için önem arz etmektedir. Darmadağın olan bizler; Gelişen dünyamızın teknoloji, bilim ve kültüründen bihaber yaşamaktayız; Gençlerimiz çalışmaktan başını kaldıramayıp hafta sonunda kahve köşelerinde geçirmekteler.


Bu gençlerimizi duyarsızlıklarından koparıp Çevresinde ve yaşadığı dünyada neler oluyor neler bitiyor. Haberdar etmek için sizlerin Bilgi öneri görüş fikir ve deneyimlerinizden sitemiz aracılığı ile sunmak istiyorum Ne dersiniz? Gelin kalemi elinize alın güzel düşüncelerinizi yazıp msn ile bize ulaştırın sizin eğnin bilgilerinizi tüm hemşerilerimle paylaşalım. Gafletten tembellikten bir birimizi uyaralım devir bilgi devri devir teknoloji devri Devir maddi maneviyatını kaybetmiş dünyadan bihaberlerin devri değil


Kahve köşelerinde gençlerimizi gördükçe üzülüyorum Evde Anneler Çocuklar eşler kendi hallerine sosyal bir aktiviteleri yok Çocuklar kendi hallerinde televizyon karşısında büyüyor. Baba kahve köşesinde akşam eve gelip serilmiş bir sofra bekler eşinden Kadın daralmıştır sıkılmıştır akşama kadar evinde bir şeyi merak edip sorsa azarlanıp ya susar yâda kendi kendine konuşur durur.


Ey göçmen kuşlar bizler diyardan diyara göç ettik çevremizde olup bitenlerden bir ders alalım Çocuklarımızı okutalım eğitelim hem dünyası hamda ahretini kurtaracak bilgilerle donatalım Eşlerimizle güzel diyaloglar kuralım eş olduğumuzu asla unutmayalım hayatı birlikte paylaşalım sorunları birlikte aşalım Ne yaptığımızın ne yapmamız gerektiğinin bilincinde olalım dostlarımızla iletişimi kesmeyelim geliş gidişlerimizi samimi bir şekilde devam ettirelim bir birimizi kırmadan incitmeden güler yüzle tebessümle art niyetsiz sevelim sayalım ayıp ve kusurlarımızı araştırmayalım kimse dört dörtlük olamaz herkesin bir eksik yanı bir kusuru vardır güzel yanlarımızdan bakarak sevelim

Mehmet KAYA
 

 
 





 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol